November 03, 2013

Yaşar Kemal // Tek Kanatlı Bir Kuş (Eylül 2013)

Tanışmadan, konuşup görüşmeden bir insan korkuludur, başka bir şeydir. Yani herhangi bir şeydir. Konuşup görüşüncedir ki işte o zaman insan insan olur. (Sayfa 11-12)



Yaşar Kemal'in son romanı Tek Kanatlı Bir Kuş'un ilk baskısı Eylül ayında yapıldı... Yaşar Kemal eseri 1960'ların sonunda yazmış ama şimdi yayımlamaya karar vermiş...

---------------------------------

Eser, 72 sayfadan oluşur ve iri yazı şekli ile kolay okunur bir halde varlığını daim eder...

--------------------------
Tanıtım Bülteninden...

 Halkının neden terk ettiği bilinmeyen, gizemli karanlık bir kasaba, bu kasabaya atandığı halde gidemeyen bir posta müdürü, yalnızlığın timsali bir istasyon şefi, “Alamancı” bir genç kadın... Ve bütün fantastikliğine karşın son derece gerçekçi gelen bir dünya... Metafor mu? Alegori mi yoksa?
--------------------------

Yaşar Kemal, kitabın ana teması korku ile ilgili “Ben hep korkudan korktum. Korkudan çok korktum. Roman yazdığım zaman içimde bir korku istemezdim. O yüzden bu kitapta da korkuyu anlattım. Kayseri’de askerlik yaptığım kasabanın üzerinde büyük bir taş vardı ve bütün kasaba bu taşın üzerlerine düşeceğinden korkuyor, taşı üzerilerine düşmesin diye demir zincirlerle bağlıyorlardı. Madem korkuyorsunuz o zaman çekin gidin derdim. Seneler senesi bu korkuyu yazmak istedim” diyor.

Yaşar Kemal, fantastik bir dünya örer eser/ler/inde. Buğulu bir gerçeklik sunar. Yerelliği evrenselliğe taşır...

Bu eserde de söz tekrarları, temiz sözcük kullanımı, öz bir yazı öne çıkar. Parlar. Işıl ışıl...

-------------

Yapıt, şu sayfadaki cümlelerle merhaba der okura:

“Trenden yorgun indiler. gidecekleri kasaba çok mu uzaktaydı? Soracak bir kimseyi arandı bu ıssız istasyonda. Bavullarını, yataklarını, kapkacağı, sandıkları, masaları, sandalyaları istasyon yapısının önündeki yaşlı bir ceviz ağacının altına yığmışlardı. Hanım bir düz taşın üstüne sekilenmiş örgüsünü örmeğe başlamıştı bile. Huyuydu, ya fırsat bulunca hemen uyur ya da örgüsünü örerdi. Kedisi bir tahta sandığın içinde, dizlerinin dibindeydi. Üç gün trenin ikinci mevkisinde kediyi yedirmiş içirmiş, kompartımanda her bir hacetini gördürmüştü. Zor olmuştu, üç gün küçücük bir kompartımanın içinde tıkış tıkış. Altı kişi, bir de kedi. Bir tuhaf insanlar şu Anadolu insanları. Tuhaf tuhaf, çok tuhaf. Uyumadan önce bir iyice burunlarını karıştırıyorlar, sümkürüyorlar kocaman bir mendile, sonra ayakkabılarını çıkarıp ayaklarının altlarına alıyorlar, başlarını arkaya dayayıp gözlerini kapayıp uyuyuveriyorlar. Başlarını dayar dayamaz hep birden başlıyorlar horlamaya. Onlar horlamaya başlar başlamaz da kedi başlıyor miyavlamaya...” (Sayfa 9)

Yolculuk kavramı ve "varış" sorunu ele alınır. Anadolu'da gitmek ve var olmak...

Hızlan deyişiyle, "Kasabanın sınırına varıp da içeriye girememenin öyküsüdür" anlatılan... "Korkunun öyküsü"

Doğan Hızlan, 19 Ekim 2013 tarihli yazısında şöyle değerlendirir eseri:

Kasabanın sınırına kadar giden ama oraya giremeyenlerin öyküsünü okurken, Federico Garcia Lorca’nın dizeleri düştü aklıma:
“Bilirim de varamam Cordoba’ya.”
Hüseyin, yer yer bir Anadolu Mecnunu’dur, yer yer Shakespeare metinlerinden fırlamış soytarı, söyledikleri lojikle illojik arasında gidip gelir. İkisi de gerçeğin bir parçasıdır.
Kasabaya girememek, çağdaş bütün korkuların toplamıdır. Çağımızın tedirgin, korkak kişiliğinin de romanıdır.

-------------------------------------

Yaşar Kemal'in bu romanı da yine umut kokar. Aslında yaşamda umut, karamsarlığın hemen ardında yer alır. Kemal, bunu iyi sezer:
Remzi Bey yorulmuştu. Dizleri sızlıyordu. İçinde bir karamsarlık vardı, elini ayağını kesen. Korkuya, umutsuzluğa benzer. (Sayfa 11) 
Remzi Bey, yeni bir kasabaya gidecek, yeni insanlarla tanışacaktır ama... İnsan ne zaman insandır?
Tanışmadan, konuşup görüşmeden bir insan korkuludur, başka bir şeydir. Yani herhangi bir şeydir. Konuşup görüşüncedir ki işte o zaman insan insan olur. (Sayfa 11-12)


------------------------

Yaşar Kemal'in anlatımı bu eserde kesinlikle şövalyevari bir hal alır ve çoğunlukla Şekspiryen tiratlar barındırır. Aşağıdaki konuşma da enfes bir lezzet verir, enfes:
"Melek,” dedi, Melek Hanım hiç telaşsız, yorgun, başını kaldırdı, tombul yüzü kırışmıştı biraz daha. “Melek, hiç kimsecikler yok bu istasyonda. Bomboş. Yoldan bir gelip geçen de yok. Kasaba uzakta mı acaba? Buraya uzak mı?”
Melek Hanım:
“Ne bileyim ben,” dedi sertçe. “Ben ne bileyim.” Başını indirdi. (Sayfa 11)

Ve Anadolu ve insanlar:
"Öldük bittik," dedi Melek Hanım. "Üç gün tren, üç gün ayak kokusu, haşa huzurdan küçücük bir kompartımanda altı kişi, altı kişi altı yerden osuruk. Bu köylüler de uyuyunca hep osururlar, vırt vırt vırt... Bir de kedi. Aman, aman, aman kedi acından öldü." (Sayfa 20) 

---------------------------------

Kitabın ikinci bölümü bir ceviz efsanesi ile mitleşir:
“Ceviz ağacı çok değerlidir ama altında uyumayacaksın, gölgesi ağırdır. Bir de ceviz ağacının bir huyu vardır, budaklarından birisi oluşurken yakınında kim varsa, ne varsa hemencecik budağın içine resmini nakşediverir. Zamanla budakla birlikte resim de büyür. Ceviz budağından çok acaip resimler çıkmıştır. Ulu ağaçlar, bulutlar, denizler, uzun yollar, kamyonlar, otobüsler, otomobiller, sincaplar, tilkiler, ayılar, kurtlar, çakallar. Zinhar, ceviz ağacı altında cima etmeyesin, sakıncalıdır. Ola ki, resmimiz olduğu gibi, o durumda budaklara çıkar. Ötede, kavşağın üst başındaki tepenin eteğinde iri ceviz ağaçları vardı. Yaprakları kalın, dalları ağır, çok yeşil. Cevizler tek sıra önlerinden geçen asfalta dizilmişlerdi. Cevizlerin arasında bir de küçücük maviye boyalı, yer yer sıvası dökülmüş bir yapı gözüküyordu.” (Sayfa 25)
Yine mükemmel bir diyalog... Korkunun büyüttüğü ve kirlettiği kasaba algısı:

 "Öyle," dedi Remzi Bey, "Bak, şurası kasaba... Kasaba olacak."
"Orası," dedi Melek Hanım, "orası kasaba. O mendebur başka neresi olabilirmiş ki." (Sayfa 26)
Eser, şiirsel ve hatta şiir ötesi bir lezzet alır ilerledikçe, kargılar dahi sevimlileşir:

Ne tepeden baktırsın Melek Hanım, bugüne bugün o, koskocaman bir postacının, postacının değil, hay gözü çıkasılar, bir posta müdürünün karısı. Kuranı Kerimi gürül gürül kim ezbere okur, söyleyin gözleri çıkasılar, kim? Kim olacak subay kızı Melek Hanım. Sürtükler, sümüklü sürtükler. (Sayfa 27)
-----------------------------

Yanıkoğlu Hüseyin'e denk gelir Remzi ve Melek çifti. Hüseyin, kara esmer ve kırkında gösteren bir dağ köylüsüdür ve bahseder kasabadan onlara:
"Her gün giriyorum kasabaya, bomboş. Boşluk korkutuyor adamı. Boş bir kasaba, aman Allah kardaş, düşman başına. Bu kasabanın insanları boşluktan korkup kaçmışlar, başlarını almışlar gitmişler. (Sayfa 39)

--------------------------------
Kasabaya gelen Alamancı kadınla Melek Hanım'ın diyaloğu hakikat ve samimiyet testi işlevini taşır:
"Ananın köyünde elektrik var mı?"
"Yok," dedi Zeliha.
"O zaman senin saç kurutma makinan ne işe yarayacak?" (Sayfa 44)
Ve... ve... Gösteriş budalası olmak:
"Bunlar gösteriş için kendilerini tutarlar da uçurumdan aşağı atarlar. Atarlar da paramparça olurlar. Sırf paramparça olmuş, desinler diye." (Sayfa 47) 




Bin gözlü bir deve benzeyen kasaba, ürkütücüdür. Kendinden ve korkudan, ve korkandan korkanlar için... Alamancı Zeliha girer kasabaya ve ne görür? Neden tek kanatlı bir kuş? Bunu öğrenmek için eseri okumanız gerekecek...

---------------------

İnsanlar, korkuyorlar durmadan. Kendilerinden, geçmişlerinden ve sözcüklerden... Çabuk inanıyorlar ve sorgusu sualsiz, denene. Kanatlarını kanatıyorlar, umudun. Yalanlıyorlar, gerçekliği. Efsanelerden besleniyorlar, doymuyorlar. Bilmiyorlar, doymayı.

Kasaba duruyor orada, zihinlerde. Orada bir kasaba var, ırakta. Sözcüklerden...


Yaşar Kemal, Tek Kanatlı Bir Kuş, YKY, 3. Baskı, Ekim 2013














No comments:

Post a Comment