August 08, 2011

Cüce, Balgam ve Sidik


Hava buz tutmuştu..Dışardaydım...Kaldırımın üstünde milimetrik adımlar atmaktaydım...Bekliyordum...Beklediğim gelmiyordu..Hava soğuktu...Buz...Kulağıma acıklı bir müzik sesi geliyordu..Dışardaydım...Üşüyordum..Buzdan parçalar derime batıyordu..Derime...En derine...Canım yanıyordu...Bekliyordum...Yaklaşık iki saat olmuştu...Acı çekiyordum...Hem de ne acı...Hareket etmeme rağmen, soğuk benle sevişmekten vazgeçmemişti...Çenemi kıpırdatamadığımı farkettim...Okkalı bir küfür savurdum gökyüzüne...Çenemdeki buzlanma o an çözüldü...

Kararmıştı hava...Çevremde benim beklediğimi bekleyen başka kişiler de vardı. Aralarından birisi gözüme çarptı..Boyu kısaydı. Cüce...Aptal bir görünümü vardı ve üstünde –hiç de  taşıyamadığı- deri bir mont..Arada bir gözümle onu süzüyordum...Bana bakıyordu...Sinirli görünüyordu. Kafası bedenine göre iriceydi. Saçları, birkaç asırdan beri tıraşsız olmalıydı...Sevimsiz biriydi..Beni süzmeye başladı. Nedendir bilmem, gözlerimi ondan kaçırdım...Korkmuştum besbelli, ürkmüştüm...Yanına gidip, “Niye bakıyorsun?” demeliydim. O da “Sorun nedir?” demeliydi. Korkum artmalıydı bir kat daha. “Tamam sorun yok” diye yanıtlamalı ve arkamı dönmeliydim. Olmadı...Kokuşmuş bir bakış fırlattı bana. Kendimi kötü hissettim. Gözümden birkaç damla yaş geldi. Burnum akmaya başladı. Arkamı döndüm ona. Bakıyordu bana. “Ne bakıyorsun be?” demeyi o kadar isterdim ki..Olmadı. Köprü altındaydık...Fatih Köprüsü...Her on beş dakikada bir beklediğim şey geçiyordu...Cebimden bir mendil çıkardım...Sümkürdüm sesli bir şekilde..İnsanların bana baktıklarını hissettim. Elim ayağıma dolaştı ve sümükler üstüme bulaştı. Cüce gülüyordu ve ben sinirlenmiştim. Gözümü ona diktim ve bir elimle üstümü silmeye çalıştım...Pisuvar gibi hissediyordum kendimi...Gelen geçen üstüme işiyordu...Sifonu çeken yoktu...

Biraz sonra beklediğim geldi..Ağzına kadar doluydu..Hatta ağzından dışarı taşıyordu canlılar...Canlı kusuyordu otobüs..Beklediğim lanet şey bir otobüstü..Otobüsün ışıklarda durmasını fırsat bilen cüce, şoförün iyi gününe denk gelmiş ve açılan ön kapıdan içeri dalmıştı. “Lanet olsun” dedim içimden. “Cüce olsam ben de şimdi o otobüse binerdim.” Donuyordum. Otobüs giderken, dikkatimi çeken tek şey, aşağılık cücenin tiksinti kokan kahkahalarıydı. Tükenmiştim. Artık kımıldamıyordum yerimden...Bedenimde kan akışı durmaya başlamıştı. Kısmi değil, aklî felç geçiriyordum. Beynim dahi donmuştu. Parçalanmasına ramak kalmıştı. Birazdan sağ ve sol loblar birbirinden tamamen ayrılacaktı ve beynim patlayacaktı. “En iyisi ölmek zaten” dedim. “Donuyorum kahretsin”. Önce daima ayak parmakları donar. Uyuşur bacak. Hissetmezsin. Hareket etmezsen ölürsün...Buzlu hava doluverir tenine. Tıkar gözeneklerini. –Önce- ten nefes alamaz. Bedeninle irtibatın kesilir. Artık hazırsındır yolculuğa. Ölüme, içler acısı bir halde gidersin...Tabutun ağırlaşır giderek...Tabutunda cesedinin dışında; ettiğin küfürler, yediğin naneler, tecavüz ettiğin hayaller ve İblis yer alır...

Aklımdan ölümü geçiriyordum..Ölmek istemiyordum...Gençtim..Daha yirmi beşimde...Yirmi beşi de peşimde..Onlar kovalıyor, ben kaçıyordum..Ölmek istemiyordum...

Bir adam belirdi durakta...Kılıksız bir mahluktu. Dişleri, parıldıyordu. İyi niyetli birine benziyordu. Belki bir amele...Ansızın kocaman bir balgamı bırakıverdi yeryüzüne..Herhalde, “ölmeden evvel benim de bir katkım olsun” diye düşünmüştü insanlığa...İçindeki her şeyi dışarı atmıştı. Boğazından bir tanker dolusu atık çıkmıştı. Hayretle inceliyordum, efsunlanmışçasına. Adam, müthiş sanat eserini meydana getirmenin verdiği kurumla, görece daha temiz bir köşeye çekildi. Merak etmiştim...Sanat eserini görmek istiyordum...Adam çekilir çekilmez ilerledim. Görme isteği, soğuğu yenmişti. Bedenimde kaynar kanların yürüdüğünü duyumsadım.

Baktım dikkatlice. “Balgam-ı şahane” müthiş görünüyordu. Soğuk havada hemen maddenin katı haline geçmişti. Dokundum. Sonra adama baktım. Gelen minibüse atladı ve cehennemin dibine gitmek üzere yola çıktı. Balgamını sevmiştim aptal adamın.

 Benimse, insanlığa sunacağım tek şey, nefretimdi. Herkesten, her şeyden, kendimden dahi tiksiniyordum.

Sidik kokuyordu köprü altı. Geç vakite kalan ayyaşlar, evsizler, sapıklar, hırsızlar, işçiler, iyi görünümlü iş adamları, herkes ama herkes işiyordu köprünün bacaklarına...Herkes içinden geleni dışa vuruyordu. Pis kokuyordu. Mahvetmekten –gizliden gizliye- zevk alan insanoğlu, kendi yapısının üzerine işiyordu. Umrumda değildi..

Bir saat sonra otobüsün biri ufukta göründü..Hem tıka hem basa doluydu. Otobüsten çıkan her egzoz sesinde semaya karışan küfürler seçilebiliyordu...”Yeter artık...İnin üstümden..Bıktım...”Kendimi otobüsle özdeşleştirdim.. Empati, telepati, sallapati ve tüm pati türevlerini kurdum. Acı çekiyordu koca araç...Acı...Acı olmalı...

Otobüs, öksüre öksüre köprü altında duruverdi. Acı çekiyordu...Acı çekiyordum. Acı acı selamlaştık. Dedim ki “binmek istiyorum sana”. “Siktir git” dedi. “Pekala” dedim..Yürümeye başladım...Üşüyordum...


=============
19 Kasım 2009

saat= 23:46

No comments:

Post a Comment