Altta ve kara gözlü. Başını uzatmış pencereden dışarı. Çökük
yüzlü. Annesi hemen üzerinde ve şapkası ile. ŞapKa-ra ve çökük.
Siyah beyaz.
Bir fotoğrafın çıldırtıcı sakinliği. Suyun kokusu uzakta.
Hemen arkada, kara ve daha kara bir duman. Tren gidecek belli. Küçük kız, yedi
sekiz yaşlarında. Saçlarından bir tel ölmüş. Anne, şimdi yok. Zaman ne haczin
varsa, al.
Dizlerindeyim baba. Saçımı okşa. Gülümsersin. Gözlüklerin
devrilir, sevinçten. Yaşım küçük. Tren gitmekte. Rayların sızısı. Ölmüş bir
günün ardından hepsi. Dağlarda ve istikrarsız bir yalnızlık. Hep kendi içime
gömüldüm ben. Kızın saçı kara. Anne, gözünden yaş gelene kadar ağlamaz. Anne,
bir gün büyünür mü? Çocukça suallerden bir ray. Tren, kara ve paslı. Kar
yağmaktadır. Raylar, eski. Gece, alabildiğine pamuk. Kar yağmaktadır. Tekrar. Su
akar. Dağı kendine yol eder, su.
Rüya mıydı kavuşmak? Hayır, değil.
Fotoğraf, zamanı yedi. Yemeğini bitirmek üzere. Bu beni kahrediyor, su. Tren, demirden. Su,
dağdan akar. Annem, hep ağlar. Küçük ve kara saçlarımı örtmelisin. Fotoğrafın
silinmediği zamanlardan geliyorum. Bir kez daha hakikat olsun. Çok masum, çok.
Bunu hissedebilmelisiniz. Gözler baharat yemişçesine acı, kısık. Baba,
ölmemeli. Birileri katletmemeli. Dağlar ve sürgünler olmamalı. Gece, pamuk
gibi. Demiryolu hissiyatı.
Anlatamıyorum. Kabil değil. Yanıma geldi. Saçımı okşadı,
salıncakta dünyayı salladı. Beni ağlattı varlığı. Arkamı bir dönüyorum, sen çok
oluyorsun. Yanımda yöremde senden parçalar. Ağaçta sürünen tırtıl, elmayı yiyen
kurdun midesindeki elma, tırtılı yiyen kuşun kanadı, insanın celladının yine
bir insan olması... Arkamı bir dönüyorum, o kız ve annesi.
Kızın, bir daha gülümseyemeyeceğini duyuyorum.
Babam ölmeden kısa süre evvel, aramızda şöyle bir konuşma
geçti:
Baba, neden sürekli gidiyorsun İstanbul’a?
Varmak için, hani sana anlatmıştım.
Anlamıyorum, neye?
Varmak için. Bir gün seni de götüreceğim...
Nereye baba?
Saçını okşadığım, salıncakta dünyayı salladığım yere....
...
Ölmemeliydi. Olmamalıydı.
Baba, neden sürekli gidiyorsun İstanbul’a?
Varmak için, hani sana anlatmıştım.
Anlamıyorum, neye?
Varmak için. Bir gün seni de götüreceğim...
Nereye baba?
Saçını okşadığım, salıncakta dünyayı salladığım yere....
...
Ölmemeliydi. Olmamalıydı.
Tren, devrilecek. Büyük bir feryat kopacak az sonra. Nice
evli, dul, sakar, şaşkın, kurnaz, tıknaz, kodaman gömülecek toprağa. Kar, pamuk
gibi örtecek treni. Tünele girecek ölüm, soteye yatacak. Haince dalıverecek
trene. Tünel, mezarlık olacak. Kız, fotoğrafı yırtacak. Yüzünde pıhtılaşmış
benler. Suyuna gitmek gerek, gecenin. Dağdan süzülür usulca.
Dizlerindeyim ölüm, saçımı okşa.
Salıncağın da ipleri koparsa...
Kızın boynu bükük. Anne mağrur bir halde. Gece, koynuna
almış ölüleri. Su, ürkütmeden akar. Sığ sığ. Suyun döküldüğü yere bir dal
düşer. Kırık. Suyun kaynadığı yerden bir dal kopar. Çatırdamış.
Neresi orası? Bana neden öykü anlatmıyorsun artık?
Birkaç kitap, boyundan büyük bile.
Baba, şapkanı ödünç verir misin?
Birkaç kitap, boyundan büyük bile.
Baba, şapkanı ödünç verir misin?
Görüldü.
O an, manasını kavrayamadığım bir şekilde, gece üstüme
çöktü. Sarsıcı oldu. Birkaç kuşun figanıyla başımı göğe çevirdim. Bir trenin
göğü yardığını seçebildim. Kara, kocaman, hayali bir tren vardı. Maviye çalan
semayı, kararttı. İçinden insanlar düştü. Yerlere saçıldılar. Bıyıklı bir adam
düştü. Bir apartman yöneticisi düştü –elinde o ayki aidat makbuzları vardı-,
palazlanmış bir kuş düştü. Tren, saplanıp kaldı bir yere. Babam ve annem, kemik
kemik yağdılar/döküldüler yaşam kulübeme. Havladım nihayetsiz.
Bir fotoğrafın çıldırtıcı narinliği. Eski. İnsanlar ölürler.
Zor değil.
Çocuk, kız, kadın, anne, acuze, ölü.
Baba, baba, baba, piç, anne, baba, tren, ölüm.
Fotoğrafımızı Facebook’a yük edelim, olur mu?
11.06.2013 00:09
No comments:
Post a Comment