Evden erkence çıkmıştım. Gözlerimin çapağını pembe parmak
uçlarımla temizlemiştim apartmanın karanlık merdivenlerini inerken. Kafamda
varlığını o an fark ettiğim bir bezenin yer ettiğini anlar anlamaz korktum,
inanın ki, korktum. Muhtemelen bu beze beni öldürecektir, ihtimali büyüktür bir
dolu hastane muamelesi göreceğim, olasılık dâhilindedir minik bir volkanik
yanardağ ağzıdır bu, kabarmıştır. Düşüncelerim bunlardı, Kerem’e de
aktaracaktım tümünü, rahata erecektim, Kerem beni anlardı, biraz susar, yüzüme
ışıl ışıl bakar, beni anlardı.
Bezem sızlıyordu, ona dokunmadım. Oluruna bıraktım.
Evi her terk edişimde önüme üç sapak çıkar. Bunları
döndüğümde yeni bir yola girerim. Tam dönüş noktasını bilirsiniz, kör alan.
Döndüğüm an bir adamla burun buruna geleceğimden korkar, son adımı atmadan yel gibi titrerim. Çok hızlı gitmemeli, ağırdan da almamalı. Denge. İlk
sapağı atlattım bugün de. Sağ yanda, telleri deşen haylaz otlar sararmış,
ölmüşler. Kahverengi şapkalı yaşlı bir adam bana baktı dikkatle. Anladım,
başımı oynatmadan ilerledim. İkinci sapağın kıyısında bir kedi leşi. Kokuyor.
Belki ayakkabıma da bulaşmıştır, bakamam, korkarım, belki gözüdür bulaşan.
Kedigözü. Parlar galiba. Beni yansıtır, bunu istemem, bakamam. Bakmam.
Adımlarımı sıklaştırdım, döndüm, kimse yok, oh. Kalbim sıkışıyor. Son
dönemeçteyim artık. Sorun yok. İlerledim. Hâlbuki beklentilerim şunlardı:
·
Yerde yüklü miktarda kâğıt para bulmak.
(Bozukluk değil. Önce sağa, sonra sola. Bakarım. Parayı alırım, almam gerek,
parasızım.)
·
Hayatımın aşkı ile karşılaşmak. (Bakarım. Bekârım)
·
İki tinercinin önümü kesmesi. (Onlara bozukluk
vermeyeceğim, olmaz.)
·
Ölü bir erkek görmek. (Korkmayacağım, söz
veriyorum.)
·
Açık bir kapının beni görünce kapanması.
(Dayanamam, kapı açıkken dayanamam, kirli bir yüz çıkar oradan, kirli bir
sakal, kalem bir bıyık, bunlar çıkar, dolu dolu gözler, bunlar çıkar, hepsi
bana bakar, dayanamam.)
·
Yapay kollu bir kadın görmek. (Neden erkek
değil? Göğüsleri ve oradan, ondan taşan ağır kokulu süsleri. Yapay kolunun
yapay eli hareketsiz. İlkel bir model. Yapay elin başparmağına zoraki
tutturulmuş pazar poşeti. İçinde domates. İçinde elma. İçinde bir çift ucuz
siyah çorap. Domatesler altta. Olmaz. Ezilir. Olamaz. Zaten çürük veriyor
pazarcı. Satan kişi pazarcıdır ve onunla pazarlık olmaz.)
·
Çöp konteynırını/varilini kokusuz, boş görmek.
(İçi hep dolu. Kokulu. Pis. Hatta taşıyor. İçinde hep çirkin kediler. Ne zaman
yanaşsam üzerime atlar bunlar, ne zaman yanaşsam beni tırmalarlar.)
Kerem’in yanına sağ salim vardım. Üstünkörü bir ferahlık
vardı içimde. Beni bilir Kerem, içime kapanık biriyimdir. Beni neden, bu kez,
bir dondurmacıya davet ettiğini bilmiyordum. Benim evime gelirdi genelde.
Işıklarım kapalı, perdelerim çekilidir. İçerisi havasızdır. Daralırım. Kerem’e
leziz bir kahve hazırlarım. İçer, karanlık içinde ıslak sesler çıkaran ağzını
görür gibi olurum. Köşeye çekilirim. Kahve içmem, sevmem. El yordamıyla
otururum koltuğa. Sakinleşirim. Kerem’in ağız sesleri biter, tükenir. Kerem
gitmiştir bir süre evvel, ben anlamamışımdır. Yüzümde, dudaklarımın kenarında,
çenemde, tike benzer kımıldamalar olur. Titrer bedenim. Gülümserim. Nefes almak
güç. Yüzüm düşer. Önemli nokta şudur: Kapı kapalı olmalı. Karanlığı yararak
ilerlerim oda çıkışına. Umursamam çarpma eylemini. Kapıya toslarım. İri burnum
kanlanır, ezilir. Yere düşerim. Ferahlarım. Böğrüme tekme yemişçesine inlerim,
ferahlarım. Olsun. Rahatlarım. Ya kapı açık bırakılmışsa? Var gücümle
ilerlediğim o anda boşluğu delmişimdir ve evin girişindeki duvara vurmuşumdur
kafamı. Neden açık geri zekâlı, neden açık aşağılık herif, neden açık, diye
inlerim. Böğrüme tekme yemişçesine inlerim, ferahlamam, ben anlamam, inlerim.
Kan çekilir parmak uçlarımdan, anlamam. Zamanla, karanlığın gizlediği zamanla,
azalır öfkem, ben de azalırım.
Küçük bir dondurmacı burası. Sokağın sonunda yer alır.
Kerem’i göremedim. Dondurmacının önünde bekliyorum. Küçük, sevimsiz çocuklar
çıtır külahlar içindeki parlak dondurmaları yalayıp yutuyorlar. Dondurma, metal
masalara bulaşıyor, sonra yere damlıyor, kıvamlı, kaldırıma yapışıyor, orada
yok olacak. Şuradaki Kerem mi? Sen misin Kerem? Saçlarını taramış, gözlükleri
var. Bu Kerem. Aydınlıkta daha bir Kerem. Beni fark ediyor, eliyle işaret
ediyor. Gelsene, diyor. Gelsene? Çocuklar aç kurtlar gibi parçalıyorlar
ellerindeki dondurmaları. Annelerinin hırkalarını çekiştiriyorlar, bir daha anne,
bir daha, diyorlar. Sus, tadında yedikleri bir şamar sonucu çıldırıyorlar.
Ağlamakla can çekişmek arası böğürtüler meydana getiriyorlar. Kerem, gelsene,
diyor. Haydi. Bir adım attım. Kollarımı dirseklerimden kırdım ve iki yanıma
yapıştırdım. Ellerim göğüs hizamda titriyor. Geldi yanıma Kerem. Geç, diyor.
Bana dokunmaması gerektiğini bilir. Geçsene, diyor. Titriyorum. Dondurmacı
dondurmaları çikolata sosuna batırıyor. Akıcı. Kerem, sen bilirsin, diyor. O da
akıcı. Konuşuyor. Üzülüyorum. İsyan et, Kerem. Bırakma beni. Diyemiyorum.
Ayaklarım kımıldadı. Ardından gidiyorum Kerem’in. Masada başkaları var. Diğer
insanlar. Dört kişi daha. Gizlice bakıyorum. Bana bakıyorlar. Rahatları
bozuluyor elbette. Muhabbetleri sekteye uğruyor. Kerem beni tanıştırıyor.
Yapmasana Kerem. Neden? Bu benim arkadaşım, diyor. Neyse, yeterli bir açıklama.
Ötesi yok. Pis pis sırıttıklarını, benimle ve görünümümle alay ettiklerini
hissediyorum. Kerem, haykırırcasına konuşuyor: Çok akıllıdır. Yalnız, biraz
utangaçtır. Kalabalığı sevmez. Masa sabit değil, ayakları sallanıyor. Titreyen
parmaklarımdan biriyle onu sabitlemeye çalışıyorum. Bana bakıyorlar ama onlara
bakamıyorum. Yapamıyorum. Kerem, bir şeyler yesene, diyor. Yemeliyim. Acıktım.
Kerem, garsonu el işaretiyle buyur ediyor. Bana bakıyor, ne yersin, diyor.
Garson, kuklaya benziyor. Saç mı o peruk mu? Sanki oraya da dondurma bulaşmış
ve sanki bu garson sanki sanki bir dondurma sanki aksi bir dondurma ve sanki
siyah renkli bir dondurma yok sanki. Yürüttüğüm tahminlerin verdiği belirsizlik
beni üzüyor. Neyse, ver bir mönü bakalım, diyor Kerem. Garson, sırtını bana ve
diğerlerine dönüyor. Yeleğinin kayışı gevşemiş ve oraya da dondurma bulaşmış.
Getirilen mönüyü anlayamıyorum. Elimle gösteriyorum ürünleri. O yok, diyor
garson, o da yok, o yazın çıkar. Hangi mevsimdeyiz? Kerem’in gözlükleri
buğulanmışa benziyor. En iyisi ben yemeyeyim. Masadaki diğer insanlar
dondurmalarını çıtır çıtır bitiriyorlar. Bize müsaade, diyor bir kadın. Kadına
bakamıyorum ama gölgesi üstüme düşüyor sanki. Korkuyorum. Herkes ucuz dondurma,
herkes vanilya kokuyor. Apar topar kalkıyorlar masadan, masa sarsılıyor,
dengesiz. Ödeme yaparlar hemen. Plastik bir çay bardağının içine atılan
bozukluklarının gümbürtüsünü işitiyor ürkek kulaklarım. Biraz eksik var sanki.
Bir lira değil atılanlar, kâğıt para veren de mi var yoksa? Sanmam. Kahkahalar.
Gidiyorlar. Kerem, hoşça kalın arkadaşlar, diyor. İyi ki geldiniz. Yine
görüşürüz.
Yine görüşürüz, diyor bana da. Parmaklarını iki yana
sallıyor, veda ediyor. Mönüyü burnuma götürüyorum, dondurma gibi kokuyor,
güzel. Neydi benim istediğim ürün? Şu. İyi. O kısmı parçalara ayırıyorum.
Dişlerimi kenetliyorum, kopardığım ürün resmini ağzıma atıyorum. Kâğıt, plastik
ve dondurma tadı. Çiğniyorum. Hangi mevsimdeyiz? Kopardığım diğer bir parçayı
masanın bir ayağının altına sokuşturuyor, dengeyi sağlıyorum. Huzur. Kerem’i,
inanın ki, çok seviyorum, çok seviyorum ama beni yalnız bıraktı, yine de onu
affediyorum.
(Etrafımı, masayı, iki tinerci sarıyor. Biri ölü ama hareket
ediyor. . Biri yapay kollu bir kadın. Birine âşık oluyorum ve o an yerde yüklü
miktarda para görüyorum. Çöp
konteynırından/varilinden bir kedi çıkmıyor, varil çöp kokmuyor, dondurma
kokuyor. )
(Kapı hep açık, içe ve dışa, yele ve geceye, her yere ve
hep, hâlâ, aptalca açık.)
(Bezem, bazen sızlar.)
No comments:
Post a Comment