“Duydun mu nasıl öldürmüşler adamı?” dedi şişman kadın,
dolmuşun sarsıntısını bastıran bir sesle. Yanımda oturuyor ve iki kişilik yeri
işgal ediyordu. Ellerimi önümdeki oturağın demir dayanağına götürdüm, demiri
bir yılan gibi kavradı ellerim. “Acımadılar, acımadılar, doğru kız.” dedi onun
hemen önünde oturan başka bir kadın. Bu kadın alabildiğine çelimsiz,
alabildiğine asık suratlıydı. Dolmuş tümseklerde zıpladıkça o da zıplıyor,
şoför küfredip el kol yaptıkça onunla beraber öfkeleniyor, suratında huzursuz
bir kara martı peydahlanıyordu. Demir dayanakta gezinen ellerime takıldı gözüm,
dayanamıyordum. “Kuyumcuymuş galiba.” derken geğirdi şişman kadın ve yan
oturağa taşan etlerini nezaketle okşadı. “Estağfurullah, estağfurullah” sözcüklerini
yineledi iri ağzında. Yanık bir et kokusuydu araç içinde süzülen.
Dayanamıyordum, olmazdı, ellerim benden bağımsız hareket eden canlı kanlı etten
kemikleri andırıyorlardı. Şoförün, “Var mı ücreti gönderemeyen?” demesi ve
solundaki camı hafifçe aralayıp bir sigara tellendirmesi dikkatimi çekmişti.
Zayıf kadın bir şeyler söylüyor ama ben duyamıyordum gürültüden. Galiba halen
cinayet hakkında konuşuyorlardı. Sözü şişman devraldı: “Boynu devrilsin. Tüm
altınları da alıp kaçmış. Madem çalacaksın adamı ne diye öldürüyorsun?” Ellerim
titriyor, sabretmem gerekiyordu. İçerideki geğirti ve duman kokusu dolmuşun
tavanına yükselmişti artık. Müsait bir yerde inmeliydim. Ellerimi titrer halde
ve baka korka burnuma ve aynı anda burnumu ellerime yaklaştırdım. Duman,
geğirti ve daha çok şişman ve daha az zayıf kadın kokuyorlardı.
Olay mahallinden geçiyorduk zayıf kadına göre. Birden ayağa
kalktı ve gür bir sesle haykırdı: “İşte burası, bu kuyumcuda öldürmüşler. Bileğindeki
altını bile almışlar bileğini keserek.” Sonra, yorgun bir kuş oldu ve yerine
çöktü, hayat enerjisini yitirmişti. Suratı mağlup bir kargayı andırıyor,
aslında beni kandırıyordu. “Olmaz böyle şey, estağfurullah.” diyerek iç geçirdi
şişman kadın, sol omzundaki kirli çantayı dizine indirdi ve bana baktı yan
gözle. Bana baktığını anladım, bildim, ellerimi tekrar ve usulca demir
dayanakla buluşturdum. “Estağfurullah” dedim belli belirsiz.
Dolmuş yavaş yavaş boşalıyordu. Bense yalnızca duruyor,
ilerleyen aracın içinde yerimde sayıyordum. Şoförün sert bir manevra ile direksiyonu
kırması benim için iyi olmadı. Şişman kadın üzerime devrildi. Zayıf kadın
dolmuşun zeminine çakılmıştı ve kapana kısılmış dişi bir fareye benziyordu. Sağ
kolumun kırıldığını tahmin ediyordum. Yine de direnmeliydim. “Özür dilerim
evladım, çok pardon.” Şişman kadın demek ki benden yaşça büyüktü. Dudağımın sağ
ucunu yukarı ittirdim ve gülümseme taklidi yaptım. Zayıf kadını yerden kaldırdı
iyi niyetli birkaç adam. Şoför, “Haydi hanım abla, abartma yok bir şey!”
diyerek gaz pedalına yüklendi. Zayıf kadının yüzü kanlar içinde kalmıştı. Kolum
sızlıyordu ve hareket ettirdikçe kıtır kıtır sesler geliyordu eklem
yerlerinden. Şişman kadın çantasından
bir kolonya şişesi çıkardı ve bayılmış zayıf kadını ayılttı. Şimdi havaya
keskin kolonya ve acı bir kan kokusu bulaşmıştı. Beklediğimden daha sakin
karşılamıştı bu kazayı şişman kadın. Zayıf kadın kendine geldikçe inim inim
inliyor, “Lanet, üstümüzde lanet var. Ölüm bize de sıçradı.” diyordu. Kolumdaki
kıtırtıların yarattığı sızılı bir melodi eşliğinde takip ediyordum olanları.
Şoförün dart dart çaldığı sevimsiz korna sesi ile kendime
geldim, içim geçmiş. “Nereye gidiyorsun lan namussuz?” diyordu hemen yan
dolmuşu kullanan bıyıklı bir şoföre. Herhalde şoför bir sotede yatmış ve daha
fazla yolcu almak için ağırdan almıştı sürüşü. “Bırak oğlum, seni de biliyoruz
it.” şeklinde yanıtladı bıyıklı şoför ve aracı kenara park etti hızlıca. “Demek
hesap, ha, iyi madem enik.” Enik
sözcüğünün böylesi kullanımı beni güldürmüştü. “Öleceğiz, öleceğiz, lanet bu”
diyor, ağlıyordu şişman ve zayıf kadınlar. Bizim şoförün, artık o bizim
şoförümüzdü, oturağının altına gizlediği demir levyeyi aldığını gördü yorgun
gözlerim. Çaresiz ve taraflı yumruklarımız sıkılmıştı, şoförümüz öteki hadsizi
haklayacaktı. “Bugüne kadar yeterince şans verdim sana enik.” Süper kahraman
edasıyla savurduğu zalim levye, bıyıklının biçimsiz kafasını deşti ve koyu bir
kan fışkırdı yarıktan. Fıskiyeden yükselir gibiydi sıvı. Pütürlü ve yoğundu.
Dolmuşun camlarına dizilen kalabalığımızın karşı kıyısında diğer dolmuş ve onun
içine kümelenmiş, mecburen, düşman dolmuş(un) insanları. Bir noktadan sonra
dolmuşta yalnızca yolcu değil o dolmuşun insanı da oluyordunuz. Bize öfkeli
gözlerle bakıyorlardı, işlerine geç kalmışlar, evlerine gidememişler, karınları
acıkmış, öfkelenmişler, korkmuşlar, kaybetmişlerdi. Biz? Biz kazanmıştık ama
işimize geç kalmış, evimize gidememiş, öfkelenmiş, korkmuştuk. Açtık ama
kazanmıştık. Mağrur ve sinsi suratlarımıza karışmıştı ölümün kokusu. Herkesin
benim gibi olduğunu ve benim de aslında herkes kadar masum olduğumu hissettim
bu hoş anda.
Kapıdan sakince çıktım ve soluklandım. Kan kokusu
doldurmuştu havayı. Yaşlı kadın, zayıf olanını teskin etmeye çalışıyordu halen.
“Geçecek.” Katil şoförümüz kaçarak
uzaklaşmıştı olay mahallinden. Minyatür kan gölünün içinde uzanan bıyıklı ölü
şoförün yanına vardım. Hâlâ sıcaktı bedeni. Dokundum bileklerine. Altın
bilekliği çarptı gözüme. Altına, bileğe, dolmuş insanlarına, çöpü eşeleyen
eniklere, kendi bileklerime, kendi bileklerime tekrar, yine kendi bileklerime
baktım. Dayanamıyordum. Sonunda adamın bileğini avucuma aldım. Kısmen soğuk ve
ölüydü. Altın bileklik ise yaşam kadar güzeldi. Hırsla değil huzurla cebimden
çıkardığım keskin bıçakla kestim ölü bileği herkesin gözü önünde. “Geçecek.”
dedim neşeli bir şekilde. Kuyumcuyu ve bileğini ve kanı ve ölümü ve suçu
hatırladım.
Motor sesini duydu katil kulaklarım, şişman ve zayıf kadını
aradı gözlerim. Evcil bir enik oldu dolmuş ve gözden yitti.
Kırılan kolumun bileğine baktım. Çatırdıyor. Bıçağı
çıkardım. Kokladım, metalini öptüm, dilimin ucunun kesildiğini ve bir kan
kümesinin damağıma döküldüğünü fark ettim. Ağzım kanıyor, canım yanıyor, ötede
bir enik uyanıyor ve herkes, siz bile, herkes beni katil sanıyordu.
Sanırım şişman ve zayıf kadın ikilisini şimdiden özlemiştim.
No comments:
Post a Comment