May 12, 2019

Af.1-2-3-4-5


Açıkçası toplumun değer yargılarını pek umursamıyordum o günlerde. Seni gördüğümden bu yana aklım karışmıştı. Un ufak olmuştu düşünce bütünlüğüm, karışıyoracakmıştım. Bu kadar dağılmaya gerek yok, okur okuyamaz yoksa, kötü der, yaftalar hızla, hazla, bu ne biçim öykü der, ben daha iyisini yazarım der, der elbette.

El ele tutuşmak. Tutuşmak ancak bu kadar anlamlı olurdu. Tutuştuk el ele. Gel, dedin, gel, seni başka bir diyara götüreceğim. Yol yoktur, gel, yol yürümekle yapılır. (Af.1*) Çıplakmış/ım yahut türlü türlü günahlar işlemiş de enselenmiş/im gibi dağınıktı zihnim. Büzüyordun dudaklarını. Senin, dedin yüzün çirkin. Yüzün bir cehennem çiçeği. Dağılmış, parçalanmış, yakılmış. Gözlerinin akı erimiş, boncukları ölmüş. Hâlâ nasıl olur da bu kadar güçlü kalabilirsin? Yürüdük kanal boyu. Ellerin örneğin, sanki bir kütüğü tutuyorum, acıtıyor ellerimi, kanatıyorsun. Sana ne yaptılar, ne yaptılar? Gülümsedim, Attilâ İlhan dedim içimden, konuşsam ağzımın kenarı kayardı, utanırdım. Dizeleri mırıldandım. Sana ne yaptılar, sana ne yaptılar?/Kirpiklerin ıslanıyor durup dururken. Böyle edebi alıntılarla öykümü doldurmak istemedim ama durduramadım kendimi. Bir bıçağın ağzında yürür gibiydin/Demirlerin soğukluğu soluk dudaklarında/Gözlerinde karanlığı dar hücrelerin/Seni görür görmez özgürlüğümden utandı. Efendim, dedin, duymuyorum, anlamıyorum seni. Sende beni çeken ne, bilmiyorum. Konuşmuyorsun ki göreyim ruhunu. Sözcükler aynadır bir bakıma. (Af.2*)(Yavaş yavaş sinirlenmeye başlamıştım her şeye aforizma soslu yaklaşımına) Beni tüm ruhunla dinlediğine inanıyorum ama. Bu yönünü seviyorum. Elimi sıktın, pütür pütür kepeklendi, uçuştu derim. Canım yanmıyordu, huzurluydum. İlerledik. Kestane ağaçlarının kıyısında mola verdik. Kararıyordu hava. Kara bir çuvaldı gece. Kararıyordu içim. Karalı kaç cümle kullanacaktım, kararsızdım. Eline aldığın kestane meyvesi koyu yeşile çalıyordu. Dikenli şekli seni bir güldürdü bir güldürdü ki çimlerde debelendin. Aynı senin burnun, dedin, hahaa, aynı senin vücudun, her yerin böyle diken diken, bir de yeşil olsaymışsın, hahaa, uzaylı bir kestane yaratığı olabilirmişsin, hahaa. Kusacak gibi oldun. Sakindim ben, olgunlukla karşılamaya çalıştım seni. Ağzından beyaz köpükler çıktı bir ara. Paniğe kapılmadım, dirayetimi korudum. On dakika kadar soluğun kesildi sanki, bunu takiben derin bir uykuya daldın. Seni inceledim. Hırıltılarımdan başka bir şey yoktu içinde karanlığın. Çillerin vardı ışıl ışıl parlayan, onlara dokunmuştum, yüzünü kanatmıştı pençeden ellerim. Ağzından sızanlar her soluğunda çenenden aşağı kayıyor, seni daha alımlı kılıyordu. Omuzladım neşeli gövdeni, gitmemiz gerekiyordu. Daha önceden gelmiş olsan, çıksan karşıma, uzak dururdum senden. Benim gibilerin sevmeye hakkı olmaz derdim ama olmuyordu işte. Un ufak olmuştu düşünce bütünlüğüm. Seni gördüğümden bu yana aklım karışmıştı. Açıkçası toplumun değer yargılarını pek umursamıyordum o günlerde. Sen vardın her şeyin içinde. Alay etsen de benimle, anlamadığımı düşünsen söylediklerini veya bunu dert etmesen de ortak bir noktaya doğru birlikte çizilmişti kaderimiz. Hayvansı görüntümün derinliklerinde, acınası bedenimin çürüyen etlerinin titremelerinde hissediyordum bunu, biliyordum.

Gözlerimi açtığında gözlerini açmıştın, iki iri yaşam meyvesiyle, iki çürük ölüm lekesini, gözlerimi, inceliyordun. Çok anlamsızsın, dedin, saatlerdir uyuyorsun. Uyuyorsun demeyelim de can çekişircesine inliyorsun diyelim. Bu daha doğru bir tanımlama. Ne ettimse uyanmadın, hissetmiyorsun bir şey. Kalan birkaç tel saçını yoldum, bana mısın demedin, dökülmek üzere olan el tırnaklarını kopardım, yüzünde tuhaf bir gülümseme oluştu. Manyak mısın sen? İnsan, acılarının toplamıdır. (Af.3*) Sende bir şey kalmamış acı namına. Sessizlik. Bana yönelttiği anlamsızlık suçlaması. Güneşin ışıkları. Üşüyorum, ele ele tutuştuk, yürüdük. Ellerin, dedi, acıtıyor canımı. Kendi aforizmasını anımsayıp onun derinliği içinde boğulmasını diledi öfkeli kalbim. Ucuz Decathlon çantasından bir çamaşır ipi çıkardı. Pembe renkli ipin düğümünü sevimli dişleriyle, leziz dudaklarıyla çözdü. Bundan sonra bu ip bizi birbirimize bağlayacak, senin boynuna geçiriyorum ama yanlış anlama. Benim elimde olacak bir ucu. Ben geçirirsem boynuma yanlış anlaşılır, biliyorsun. İlişkimiz, eğer bu bir ilişkiyse, içerisinde kimin baskın taraf olduğunu tayin etmeye çalışıyordu. (Ne ara, altı yedi satır olmuştu –bunu bilmeyecek ne var- sana seslenirken, o olmuştun, bu kara şeylerin habercisiydi galiba.)

İpi boynuma bağladı. İlerlemeye devam ettik. Gel, dedi bağırarak, buraya gel aptal. Sana o kanala gitmek yok demedim mi? Kanala gitmiştim demek ki. Su yok denecek denli azdı. Islanmamıştı üstüm başım. Aptal, dedi, aptal mahluk. Sözümü dinleyeceksin. İpin benim elimde. Pek gülümsemiyordu nedense. Kanalda yürürken sağ yanımda kocaman bir tünel gördüm. Tünelin girişinde sırtımı duvara dayadım. Belki, dedim, belki ona biraz olsun sarılma imkânı bulurum. Belki biraz yumuşar aramız. Ne, dedi, ne bakıyorsun öyle? Kollarımı açmış onu bekliyordum. Yürüyordu üstüme doğru, nefretle doluydu saçları, tel teldi. Ben sana sarılırım elbette ama insanlara ne deriz, nasıl anlatırız bunu, olmaz. Toplum bireyin ailesidir. (Af.4*) Onların uygun bulmadığı bir şeyi yapamam. Yine de ilerlemeliyiz, bu nedenle ipe sıkıca sarıl, ben de diğer ucundan sarıyorum onu. Hisset beni. Gitmeliyiz.

Yolculuğun sonrasında vücudumun ağırlığını hissetmez oldum. Sürüklendim, taşa toprağa, şerefli insanoğlunun, o güzel, yakışıklı, temiz, imrenilesi insanların artıklarına, çöplerine bulandım. Umudumu yitirmiştim, var mıydı ki sahi? Beni kimsenin sevmesinin mümkün olmaması hakikati gibi kimsenin de kimseyi gerçekten sevmesinin olanaklı olamayacağını gövdemle hissetmiştim. Sarsılarak, daha da parça pinçik olarak anlamıştım bunları. Açacak gözüm de kalmamıştı. Yok olmak üzereydim. Bazı adamların sesleri dökülmüştü işitmez kulaklarıma. Kahkahalar. Soru işaretleri. Onun, senin, okurun ahmakça yaşayışı. Tümünüzün çirkinliği, hepinizin sahteliği.

Boynumdaki ipin keskinliği arttı. Belki onun da boynuna geçirdiler bir ip. Göremiyorum. Görmeyince daha güzel, daha olumlu bir son olamaz mı? Olamaz. (Net bir yanıt)

Ne oldu ona, nereye gitti, yolculuk nerede başladı, bitti? Bitti. Ellerin de titriyor, bir şeyin mi var

(Af.5*) Ölüm her şeyi eşit yapar. (Af.5*) Gökyüzünden aforizma yağıyor, neyse ki öykü bitti.

*Aforizma

No comments:

Post a Comment