Buraların avaresi meşhurdur. Mahallemizin namı böyle yürüdü,
yürüsün de zaten. Kralı gelse tanımayız, bilmeyiz. Bu öyküyü mahallemizi daha
iyi tanıtması ve sizin bizi anlamanız adına kiraladığımız bir yazara
yazdırıyoruz. En ufak hatada aklını alırız, haberi olsun.
Oturmuş mahalleli, kına gecesi başlamak üzere. Plastik
sandalyelerin en adisi, kırıldı kırılacak cinsleri yeğlenmiş. Daha ucuz, daha
samimi. Ayten Abla’nın oturmasıyla yere yuvarlanması bir oldu. Kahkahalar.
Kadının öfkesi: Mor saçlarını geriye atıyor. Koca gövdesi terli, tozlu. Lan
piçler, lan enikler, itoluitler. Kırmızı çerçeveli gözlükleri kırılmış, onu
fırlatıyor bebelere. Son hazırlıkları gözden geçiriyor Peruk Şahin. Gülüyor Ayı
Ayten’e. Kadınlar şıkır şıkır giyinmişler. Göbeklerini açıkta bırakan
kıyafetler bebelerin başını döndürüyor. Kollarını sağa sola savuruyor. Hava
sıcak, terliyoruz. Nem üstümüze yapışan hava böceği şimdi, ağırlık yapıyor.
Peruğunu dibinden sıyırıyor, terini alıyor, iç çekiyor Şahin. Kardeşini gelin
verecek, elleri titriyor. Dün akşamki kadını düşünüyor, Atatürk Parkı’na
gitmişlerdi, racon kesiyorlardı sağa sola, kulağında küpe olan bir yeniyetmeyi
haklamışlardı oracıkta. Gel lan, demişlerdi, dalların arasına sürüklemişler, üç
dört kez saplamışlardı bıçağı, sonra kulağın küpeli kısmını kesip itlere
yedirmişler, hak etti olum, Alla ella, salla gitsin, demişlerdi birbirine. İç
huzuruna erişmeye çalışırlardı her seferinde. Erkek adam öyle küpe mi takar
ulan, it. Bir tekme daha savurup otların içinde inleyen çocuğun acısını
katlamışlardı. Acıktım, demişti Puşt Sait. Gidip yiyek mi bir şeyler
gardaşlarım. Bu iti boş verin, tükürmüştü kanlı suratına herifin. İçi bir kötü
olmuştu Şahin’in. Anüü, cüzdanı da var ya la, içi boş ama, tuh. Bir tükürük daha.
Kımıldamıyordu herif. Hadi acıktım, gidek. Sansar Selim sağı solu kolaçan
ediyordu her zamanki gibi. Şu şehri ne hâle getirdiler? Başka cümle etmezdi
Sansar. Boyu uzundu, neredeyse iki metre. Sait bir tokat attı hareketsiz
herife. Ana, buz gibi bu, kalkın la gidek çaktırmadan. Arkadaşları arıyom,
parçalattırırız doberlere, yapmadığımız şey mi? Bir rüzgâr esti, Şahin’in
peruğu titredi, canı sıkkındı. Köpekler gelmiş, çoktan parçalamıştı küpesizi.
Keyif sesleri, zor tutulan hayvanlar. Gecenin yapay ışıkları, ötede dalgalanan
Türk bayrağı. Her geçişte selama dururlardı Atatürk anıtının orada. Paşam
emrindeyiz, derdi Sait. Yüzü aydınlanırdı tümünün, içlerini doldururdu vatan
aşkı, karışırlardı geceye bu huzurla.
Kokoreç yediler İbo Dayı’da. İbo Dayı burnundan soluyordu
yine. İtin dölleri gelip gelip ekmeğimi, etimi çalıyor, sağa dönsem soldaki,
sola dönsem sağdaki aşırılıyor. Yakalarsam şişi sokacam imanıma. Alnını sildi,
közü tazeledi mangaldaki. N’oldu, dedi Şahin’e. Ne bu durgunluk aslanım? Altı
üstü kardeşin evleniyor, cenazen var gibi keyifsizsin. Puşt atıldı öteden. Boş
ver dayı, buna geliyorlar arada. Mırıldandı Selim: Şu şehri ne hâle getirdiler?
Ya seni de, şehrini de Sansar. Tövbe ya. Şahin gardaşım anlatacan mı? Âşık oldum
ben. Bir anda çıktı sözcükler ağzından. Kime olduğunu bilmiyorum, görmediğim
birine. Gülmeye başladı herkes. Yola litrelik kola şişesinden su serpen İbo
Dayı tüm suyu Şahin’in kafasından aşağı akıttı. Akıllı ol oğlum, haddimize mi
sevmek? Tezgâhın altından evden kaçan karısının fotoğrafını çıkarttı, bak ben
bunu sevdim, dedi, sonra beni bıraktı, bir sahtekar emlakçıyla kaçtı, dedim,
beter olsunlar, namusumu temizlemek için ikisini de katlettim, yıllarca içeride
yattım, sevdim, onu hâlâ seviyorum, sevgi böyle lanet bir şey, sevme oğlum. Fotoğrafı
öptü, özenle yerine yerleştirdi, atletine terini sildi, yere tükürdü,
hüzünlendi biraz. Portatif radyoya ses verdi, gece güzelleşti: Seni ben ellerin
olsun diye mi sevdim.
Hava sıcak, terliyoruz. Nem üstümüze yapışan kara böceği
şimdi, ağırlık yapıyor. Peruğunu dibinden sıyırıyor, terini alıyor, iç çekiyor
Şahin. Kardeşini gelin verecek, elleri titriyor. Dün akşamki kadını düşünüyor,
olmayan kadını. Işık tertibatı tamam, lambalar tek tek takıldı, ışıl ışıl
ortalık. Ses kabloları ayarlandı, klavyede morlu kırmızılı ışıklar yanıp sönüyor.
Müzisyen Can Çelik mikrofona üflüyor. Ses bir iki, diyor. Peruk Şahin eve
geçiyor bir ara, anası pilav kavuruyor, ağlıyor bir yandan. Kızımı, kızımı
veriyorum. İçim yanıyor. Hem de o Saffet olacak çulsuza. Bizim kaderimiz bu mu,
hiç gün yüzü göremeyecek miyiz, hep iki baldırı çıplak. Hep mi böyle olacak?
Yüzündeki çirkin makyaj akıyor, baba içeride çay içiyor. Şıkır şıkır kaşık
sesleri. Televizyonda cinayet, cinnet haberleri. Emeklilere ikramiye, tatil
rotaları, şapkalı seyyahlar, polis kılığına girmiş dolandırıcılar. Biz böyle
miydik, diyor dişlerinin arasından, biz tertemiz aldatırdık. Aldatmanın,
kandırmacanın mertçe olduğu, güzel zamanlardı. Hanım, çay getir Allahsız, diye
bağırıyor içeri. Şahin götürüyor demliği, çayı koyuyor. Sağ ol Şahin,
gülümsüyor baba. Piste alalım herkesi. Bağırıyor müzisyen. Tıngırtılı müzikler,
boğuk sesler.
Ayten Abla kıvır kıvır. Elindeki yelpazesiyle orta yeri
kaplıyor. Avare için gençler piste geliyor. Yapılması gereken basit. Önce uzun
döner bıçağıyla gövde gösterisi yapılır –dikkatli olunmazsa darmadağın olur
vücut- ve bıçak vücudun sağında solunda ritmik hareketlerle sallanır, dans
edilir. Sonrasında bıçak meydana fırlatılır ve mikrofona geçilip günün anlamına
binaen vurucu, aforizma benzeri bir söz söylenir. Alkış, belki bahşiş alınır ve
genç kızların gönlü kazanılır: Başlıyor avare. Edilen danslar, zaman zaman ince
ince kesilen gövdeler, akan kan.
Mikrofona uzanan güçlü eller: Gemi gelir yanaşır, içi dolu
çamaşır, bu mahalle kızları, Şahin abimize yakışır. Çal keke çal/Masa üstünde
bıçak, Şahin Baba kendini vuracak, vurma Şahin Baba vurma, mahallenin kızları
sana kalacak. Çal keke çal/Alo, baba bura bizim mahalle, kızlar şahane, para
bitti, kızlar gitti. Çal keke çal./Damdan dama atlarım, damını başına yıkarım,
bana kafa okuma, kafana takır takır sıkarım. Çal keke çal./Havada uçar tayyare,
burada biter avare, yokluğumun kıymetini bilmeyene, çal Keke çal.
Şahin keyifsiz. Kız kardeşi ve Saffet önlerindeki
çerezlerden yiyor. Mahallenin kızları en iyi avare oynayan bebeye bakıyorlar,
serçe parmağının ucu kopmuş, olsun. Kızlar sandalyelerinde iç geçiriyorlar, Ayı
Ayten’in parmakları mor saçlarını dolanıyor, elini masaya vuruyor, melodi
yapıyor kendince, gülümsüyor. Devam, devam, devam diyor Puşt Sait, avareye
devam ulan. Alıyor eline mikrofonu, kablosunu müzisyen Can Çelik’in boynuna
doluyor, sıkıyor biraz. Yapma lan, diyor Can Çelik. Silahını çıkarıp havaya
ateş ediyor Sait. Ha şöyle biraz hareketlenelim. Şahin, sen de geç bir avare
oyna da görsün millet. Şahin peruğunu düzlüyor, hava sıcak. İsteksizce geçiyor
oyun alanına. Kız kardeşinin elleri Saffet’in terli avuç içinde ovalanıyor.
Canı sıkılıyor Şahin’in, yumrukları da. Döner bıçağını jet hızıyla savuruyor
sağa sola. O an görüyor sevdiği kadını, o an görüyor küpeli herifi, birbirlerine
sarılışlarını hissediyor, bir oluşlarını. Dönüyor Şahin, başı dönüyor, elinden
kayıyor bıçak, Sait’in göğüs kafesini yarıyor, herkes başına toplanıyor Sait’in.
Bir şey olmaz, diyor müzisyen Can Çelik, puştun tekiydi, leşini yesin köpekler.
Eğlenceli bir melodiye geçiyor. Bacaklarını içeri dışarı içeri dışarı kıra soka
dans ediyor bebelerimiz. Kanı süzülüyor Sait’in. Cüzdanının içi de boş, tuh,
tükürüyor bir bebe, kahkaha atıyor. Fırlatın atın çocuklar hele, diyor Şahin’in
babası, şu pisliği götürün öteye, benden size harçlık o vakit. Anüü,
gülüşmeler, leşi sürüklemeler yan sokağa, sandalyelerinde iç geçirmeleri
kızlarımızın.
Odasında. Şahin peruğunu çıkarıyor oturduğu yerde. Tüysüz
kafasını okşuyor, siliyor teri. Peruğunun gizlediği kulağındaki küpeye
dokunuyor, hissediyor metalin soğuğunu. Gözlerinin önüne geliyor Sait, tebessüm
ediyor. Babasını hayal ediyor, öfkeleniyor. Ayı Ayten’in mor saçlarını
düşünüyor, yutkunuyor. Aklı karışıyor. Dışarıda hayatın sesleri, dışarıda
müzik, eğlence, dans, yaşam. Dışarıda güzel bir akşam.
Hava sıcak, terliyor herkes. Nem üste yapışan dere böceği şimdi,
ağırlık yapıyor. Peruğunu kafasına geçiriyor Şahin, aynada kendine bakıyor,
güçlü görünmek zorunda. Sert olmak, yıkmak, yok etmek mecburiyetinde.
Arasına karışıyor kara kalabalığın. Yüzü gülüyor elbette. Havada
kokusu kanın, parçalanan Sait’ten kalanın, kız kardeşinin gidişinin, Saffet’in
tehlikeli gülüşünün, babasının mert çay içişinin, avaredeki kesiklerden
dökülenin kokusu.
Avaremizi ve mahallemizi çok güzel anlatsa da kiralık yazar,
ahlaka uygun olmayan, edebe aykırı bazı ifadeleri de metne sızdırdığını söyledi
bebeler. Bebelerimiz avare metinleri ürettiği için onlara güveniriz. Abi,
dediler, hafiften bir şeyler çağrıştırmış bu gevşek ama anlayamadık ama bu
Peruk Şahin’in sevdiği kız kim mesela, bilinmiyor. Neden? Hava, kara, dere
böceği de ne? Bunlar nasıl sözler? Saffet iyi mi belirsiz, Puşt Sait için neden
üzülmüyor, neden tebessüm ediyor? Bunlar tehlikeli ifadeler abi. Bebelere hak
verdi mahallemizin ileri gelenleri. Yazarın kafasına sıkmaya karar verdik.
Avareye alalım, kendini öldürür, beceremez zaten de diyenler oldu. Dedik,
tamam. Öyle olsun. Çıkardık meydana, anüü, öyle oynuyor, öyle bir dans ediyor
ki bıçakla, donar kalırsın. Meğer bu yazar bizim mahalledenmiş ya la,
tanımamışız. Bir sevindik, ona bir saygı gösterdik ki sormayın. Öyküsündeki
detayları sorduk şöyle birer demli çay içerken. Olmaz, dedi, söylemem. Tepemiz
arttı, bak, dedik köpeklere yem ederiz seni, yok, dedi. Öldürseniz söylemem. Şu
şehri ne hâle getirdiniz? Otlara çektik, köpekler ısırıyor orasını burasını,
söylemiyor namussuz. Gülümsüyor bir de. Ağzını parçaladı köpekler, yüzünü,
sözünü. Kalan parçaları da kahkaha atıyor. Delirdik, delirdik, çıkardık tüm
parçalarını bir satırla kıtır kıtır ettik. Hâlâ gülüyor. Açtık müziği son ses,
bağırdık bebelere, oynayın la avareyi de bastırın şunun gülüşünü.
Çocukların nefretle oynayışı, yok olanın daimi kahkahası,
güneşin doğuşu, güneşin doğuşu.
No comments:
Post a Comment