Meteoroloji istasyonunda çalışıyor adam. Değişik kablolar
birbirine tellerle tutturulmuş, hava basıncı, bulutluluk, günlük buharlaşma,
güneşlenme ve radyasyon miktarları gibi şeyleri ölçüyor. Anlamıyorum ben bu
işlerden, masadaki kitapçıkta böyle ifadeler yer alıyor. Hayatın dolambaçlı
yolları beni buraya getirdi. Adamı anlatayım: Göbekli, kalın kaşlı, öfkeli.
Karısının ve hasta çocuğunun fotoğrafı odasında, yanı başında. Sabah erkenden
uyanıyor, denizin pusu çökmüş oluyor tesisin üzerine, suya koşuyor, bağırarak
yıkanıyor. Sakallarını sıvazlıyor büyük elleri, pencereden onu izliyorum. Aynı
odadayız, o gidince dolabımdan bisküvilerimi çıkarıyor, bir parça yiyor, keyif
yapıyorum. Bu bir macera. Hayatımı yaşıyorum. Otostopla geldim buralara, kara
gözlükleri olan biri gece boyu sürdü arabayı, dikiz aynasından beni süzüyordu
ara ara, alışıktım buna, dert etmedim, gülümsedim bolca. Yağmur bastırdı
karanlığın içinde. Zift oldu su, aktı üzerimize, araç devrildi, devrildiğini
düşündüm ben, göremedim, belki takla attı, gözlüklünün gözlükleri yok oldu ve
gözleri, gülümsedim.
Suyun boğduğu yerde elimden tuttu adam, tuh, dedi,
öleceksin, sadece bir tişörtle, tuh. Bu da macera, diyordum ölmek üzere hâlimle.
Dolu dolu yaşıyorum hayatı, evinde yatanlar ne yapıyor, koca bir hiç, hiç,
mutluyum. Ağzımdan baloncukları çıkıyordu kara sıvının. Dudaklarımız birleşti
adamla, teneffüsün sunisi, ferahladım.
Saçlarım uzundu, güzeldim, balıklar kadar güzeldim.
Denize çıkacağım, dedi adam. Her yıl bu zamanlarda gider,
alabalık avlarım, sonra konserve yaparım onlardan. Oğlum çok sever. Onlara
gönderirim. Sessizlik, akan bir gözyaşının süzülüşü, montta kayarak çizmeye
düşüşü. Pencereden baktığımı, onu izlediğimi biliyor. İnsan bilir. Büyük bir
varilden tenekeye yağ döküyor, ya da yakıt. Sonra onu teknenin motor bölümüne
ekliyor. Elini kesiyor tekneyi iteklerken, küfrediyor, birkaç martı kafasını
ısırıyor, küfrediyor, sonunda suya indi tekne. Horultusu motorun, gidişi
adamın. Bisküvilerim azaldı, idareli tüketmeliyim. Meteorolojik kayıtların
tutulduğu odadayım. Çeşitli aletler, eski bir bilgisayar, bir telsiz. Neredesin
O2, A1 O2’yi arıyor, O2 cevap ver. Döküm listesini gönder O2. Rüzgârın artan
şiddeti. Bilgisayar ekranında hasta oğlunun videosu, düşük çözünürlükte
mutluluk. Yürürken yere düşüyor çocuk, baba, diyor, gülümsüyor. Annesi ona
sıkıca sarılıyor, eve çabuk gel babası. Çocuğun sol kolu sürekli kendi sol
bacağını dövüyor. Kan tutmuş, çürümüş bacak. Hasta çocuk. Anneyi boğazından
tutuyor, sarsıyor, boğdu boğacak, baba, diyor, baba gel. Anne direnmeyi
bırakmış, yere yığılıyor. Çocuk kamerayı yere fırlatıyor, dağılan görüntü,
soluk sesleri. Kapatıyorum bu sahneyi. Telsizden haykırış: O2 maalesef elim bir
olay yaşandı dün gece. Oğlun annesini, senin eşini istemeyerek öldürdü. Onun
bir hastaneye yatırılmasına karar verildi. Durumun kritik olması hasebiyle
senin birkaç gün içinde bir gemi tarafından şehre götürülmen isteniyor. Anladın
mı? Mesajı aldın mı? Evet, dedim yeşil tuşa basarak, kalın bir sesle. Tamam O2,
başın sağ olsun.
Geldi adam. Onlarca alabalığı kartonun üzerine fırlatıyor.
Bunlar, diyor, bunlar şifa. Oğluma çok iyi geliyorlar, hele salamura hâlinde.
Tuzlayıp güneşte kurutacağım. Çok sever bunu ailem. Yardım et şimdi turist,
içlerini çıkaralım. Dikkatle kes kuyruğundan kafasına dek, sonra ne var ne yok
at dışarı. Denedim ben de, elime dokundu göstermek için. Aferin, ilk denemeye
göre fena değil. Ziyan etme. Söyleyemiyorum durumu, hayatının mahvolduğunu
beyan edemiyorum, zaten ben işin eğlencesindeyim, bana ne, keyfim yerinde.
Balıkları kancalara diziyoruz. Akşam balık keyfi, hakikaten çok güzel tadı, köz
üstünde hele. Uyumam lazım, diyor, içeri geçiyor adam. Rüzgârın uğultusu filmlerdeki
gibi ürkütücü. Sağdan soldan vuruyor, kancalardaki balıklar pat pat çarpıyor
tahtaya. Kararıyor hava, olacak sabah. Rüyamda ellerimi tutuyor adam, seni
seviyorum, diyor, tanımasam da, anlamasam da, seviyorum, al tüm balıklarım
senin olsun, yeter ki söyle, söyle. Söylüyorum sırrı. Oğlun, karını öldürmüş ve
hastaneye tıkılmış. Kahkaha atıyorum, tüfekle havaya ateş açıyor adam, sen
yaptın, diyor, yalan, yalan, sen yaptın, ailemi bana çok gördün turist, sen
yaptın. Ellerimi sıkıyor, açıyor aralarını balık misali. İçindeki kanı, dokuyu,
eti atıyor dışarı. Tuz basıyor deriye, canım yanıyor. Gülümsüyor adam, çok
sever, diyor, oğlum bayılır, ölse de bayılır buna. Çengele asıyor koparttığı
elimi, suya koşuyor, bağırarak yıkanıyor, biliyor onu pencereden izlediğimi,
tabii biliyor, insan yaşadıkça eksiliyor.
Sabahın gelişi. Korkuyorum adamdan. Uyan, diyor, sabah oldu,
sana veriyorum bu bıçağı. Kendini koruman için. Ben birkaç gün olmayacağım.
Aileme götürmem lazım konserveleri. Oğlum çok sever, bayılır, ölse de bayılır,
o derece. Dikkat et kendine. Gidiyor, nasıl gidiyorsa. Suda, havada, karada,
nerede bu adam? Bisküvilerim de bitti, moralsizim. Aynaya baktım, güzelim,
biten bisküviler kadar güzelim. Bıçak elimde geziniyorum tesiste. Gün, gece,
gün, gece. Telsiz homurtuları, ekranda beliren yeni video. Annenin videosu: Bu
oğlandan kurtulmak için dediğini yaptım, beni öldürmesine müsaade ettim.
Alabalıklarla oydurdum gözlerimi, gülümseyerek yaptı, içini çıkardı gözlerimin,
birer boncuk gölgesi bıraktı geride, nefes alamaz oldum elbette, yalan değil,
senin dediğin gibi döndüm içime, dakikalarca kımıltısız kaldım, komşular bastı
evi, ölü balık kokusu, benim naaşım çıldırttı görenleri. Planımız başarılı
hayatım. Kurtulduk oğlumuzdan, içeride onun icabına bakacaklarına eminim. Şimdi
bu şifreli videoyu da hemen sil, sil sevgilim. Yakında görüşürüz. Göremesem de
seviyorum seni.
Geldi adam. Tekrar. Neden demedin, dedi, eşimin öldüğünü
neden söylemedin turist? Tüfeğiyle havaya birkaç el ateş etti. Kıyafeti
özenliydi bu kez. Yakışıklıydı. Gel, dedi, ihtiyacım var sana. Peşimden koştu
ama yürüyemez gibiydi, dermanı yoktu. Taşlık arazide gözden kayboldum. Denizin
dibindeki kayalıklara gizlendim. Nefes nefese kalmıştım. Gözlerimi istediğini
biliyordum, aptal değildim ben. Ateş sesleri ötelerden geliyordu. Acıkmıştım,
açlıktan ölecektim o bulmazsa. Dolu dolu ölecektim, mutlu mesut şekilde
ölecektim kahretsin ki. Bastırınca karanlık tesise döndüm. Karıştım gecenin
içine, göremezdi beni. Balıkları aldım kancalardan, izotop cihazındaki bir
maddeye buladım –tek bildiğim bunun zehirli olduğuydu, yerine koydum sinsice. Pencerenin
dışından izledim saatlerce, balığı aldı, hastalanmıştım, ocakta pişirdi, birkaç
turp doğradı yanına, yemeye başladı, başım dönüyordu. Beni görmesi için cama
tıkladım. Kafasıyla gel işareti yaptı. Geç, dedi, otur, hâlsiz görünüyorsun
turist. Sana göre değil buralar. Ye bir şeyler. Balık yemem, dedim. Hepsini
zehre buladım. Tebessümü soldu. Gitti, tabağı çöpe döktü, kustu bir müddet. Tuttu
elimden, kayıt odasına götürdü. Değdi mi? Ekranı açtı, video arşivini
karıştırdı. Bu annem, onunla birlik oldum, sahtekâr babamı öldürdüm. 1982 tarihli
videoları tek tek gösterdi. Hasta hâli, annesinin gözlerini oyması, babasını
kapana kıstırması, annesine naklettiği gözleri babasının, babasının yüzünde
eriyen alabalıklar, baba gözlü anne, tebessüm eden ana oğul. Telsizden gelen
anne sesi: A2, O2’yi arıyor. O2 yanıt ver. Yeşil tuş. O2 dinliyor. Annen seni
seviyor oğlum. Gelen aptal kızı bırakma, oyala, birkaç gün içinde onu şehre
götürmeyi planlıyoruz. Anladın mı? Mesajı aldın mı? Gülümsüyor O2. Evet, diyor.
Ellerimi tutuyor, öksürüyor, ölecek mi, kurtulacak mıyım, bilmiyorum ama hayat
güzel, ölümcül şekilde güzel, gülümsüyorum.
No comments:
Post a Comment