July 29, 2019

GÜZEL HAYAT



Meteoroloji istasyonunda çalışıyor adam. Değişik kablolar birbirine tellerle tutturulmuş, hava basıncı, bulutluluk, günlük buharlaşma, güneşlenme ve radyasyon miktarları gibi şeyleri ölçüyor. Anlamıyorum ben bu işlerden, masadaki kitapçıkta böyle ifadeler yer alıyor. Hayatın dolambaçlı yolları beni buraya getirdi. Adamı anlatayım: Göbekli, kalın kaşlı, öfkeli. Karısının ve hasta çocuğunun fotoğrafı odasında, yanı başında. Sabah erkenden uyanıyor, denizin pusu çökmüş oluyor tesisin üzerine, suya koşuyor, bağırarak yıkanıyor. Sakallarını sıvazlıyor büyük elleri, pencereden onu izliyorum. Aynı odadayız, o gidince dolabımdan bisküvilerimi çıkarıyor, bir parça yiyor, keyif yapıyorum. Bu bir macera. Hayatımı yaşıyorum. Otostopla geldim buralara, kara gözlükleri olan biri gece boyu sürdü arabayı, dikiz aynasından beni süzüyordu ara ara, alışıktım buna, dert etmedim, gülümsedim bolca. Yağmur bastırdı karanlığın içinde. Zift oldu su, aktı üzerimize, araç devrildi, devrildiğini düşündüm ben, göremedim, belki takla attı, gözlüklünün gözlükleri yok oldu ve gözleri, gülümsedim.

Suyun boğduğu yerde elimden tuttu adam, tuh, dedi, öleceksin, sadece bir tişörtle, tuh. Bu da macera, diyordum ölmek üzere hâlimle. Dolu dolu yaşıyorum hayatı, evinde yatanlar ne yapıyor, koca bir hiç, hiç, mutluyum. Ağzımdan baloncukları çıkıyordu kara sıvının. Dudaklarımız birleşti adamla, teneffüsün sunisi, ferahladım.

Saçlarım uzundu, güzeldim, balıklar kadar güzeldim.

Denize çıkacağım, dedi adam. Her yıl bu zamanlarda gider, alabalık avlarım, sonra konserve yaparım onlardan. Oğlum çok sever. Onlara gönderirim. Sessizlik, akan bir gözyaşının süzülüşü, montta kayarak çizmeye düşüşü. Pencereden baktığımı, onu izlediğimi biliyor. İnsan bilir. Büyük bir varilden tenekeye yağ döküyor, ya da yakıt. Sonra onu teknenin motor bölümüne ekliyor. Elini kesiyor tekneyi iteklerken, küfrediyor, birkaç martı kafasını ısırıyor, küfrediyor, sonunda suya indi tekne. Horultusu motorun, gidişi adamın. Bisküvilerim azaldı, idareli tüketmeliyim. Meteorolojik kayıtların tutulduğu odadayım. Çeşitli aletler, eski bir bilgisayar, bir telsiz. Neredesin O2, A1 O2’yi arıyor, O2 cevap ver. Döküm listesini gönder O2. Rüzgârın artan şiddeti. Bilgisayar ekranında hasta oğlunun videosu, düşük çözünürlükte mutluluk. Yürürken yere düşüyor çocuk, baba, diyor, gülümsüyor. Annesi ona sıkıca sarılıyor, eve çabuk gel babası. Çocuğun sol kolu sürekli kendi sol bacağını dövüyor. Kan tutmuş, çürümüş bacak. Hasta çocuk. Anneyi boğazından tutuyor, sarsıyor, boğdu boğacak, baba, diyor, baba gel. Anne direnmeyi bırakmış, yere yığılıyor. Çocuk kamerayı yere fırlatıyor, dağılan görüntü, soluk sesleri. Kapatıyorum bu sahneyi. Telsizden haykırış: O2 maalesef elim bir olay yaşandı dün gece. Oğlun annesini, senin eşini istemeyerek öldürdü. Onun bir hastaneye yatırılmasına karar verildi. Durumun kritik olması hasebiyle senin birkaç gün içinde bir gemi tarafından şehre götürülmen isteniyor. Anladın mı? Mesajı aldın mı? Evet, dedim yeşil tuşa basarak, kalın bir sesle. Tamam O2, başın sağ olsun.

Geldi adam. Onlarca alabalığı kartonun üzerine fırlatıyor. Bunlar, diyor, bunlar şifa. Oğluma çok iyi geliyorlar, hele salamura hâlinde. Tuzlayıp güneşte kurutacağım. Çok sever bunu ailem. Yardım et şimdi turist, içlerini çıkaralım. Dikkatle kes kuyruğundan kafasına dek, sonra ne var ne yok at dışarı. Denedim ben de, elime dokundu göstermek için. Aferin, ilk denemeye göre fena değil. Ziyan etme. Söyleyemiyorum durumu, hayatının mahvolduğunu beyan edemiyorum, zaten ben işin eğlencesindeyim, bana ne, keyfim yerinde. Balıkları kancalara diziyoruz. Akşam balık keyfi, hakikaten çok güzel tadı, köz üstünde hele. Uyumam lazım, diyor, içeri geçiyor adam. Rüzgârın uğultusu filmlerdeki gibi ürkütücü. Sağdan soldan vuruyor, kancalardaki balıklar pat pat çarpıyor tahtaya. Kararıyor hava, olacak sabah. Rüyamda ellerimi tutuyor adam, seni seviyorum, diyor, tanımasam da, anlamasam da, seviyorum, al tüm balıklarım senin olsun, yeter ki söyle, söyle. Söylüyorum sırrı. Oğlun, karını öldürmüş ve hastaneye tıkılmış. Kahkaha atıyorum, tüfekle havaya ateş açıyor adam, sen yaptın, diyor, yalan, yalan, sen yaptın, ailemi bana çok gördün turist, sen yaptın. Ellerimi sıkıyor, açıyor aralarını balık misali. İçindeki kanı, dokuyu, eti atıyor dışarı. Tuz basıyor deriye, canım yanıyor. Gülümsüyor adam, çok sever, diyor, oğlum bayılır, ölse de bayılır buna. Çengele asıyor koparttığı elimi, suya koşuyor, bağırarak yıkanıyor, biliyor onu pencereden izlediğimi, tabii biliyor, insan yaşadıkça eksiliyor.

Sabahın gelişi. Korkuyorum adamdan. Uyan, diyor, sabah oldu, sana veriyorum bu bıçağı. Kendini koruman için. Ben birkaç gün olmayacağım. Aileme götürmem lazım konserveleri. Oğlum çok sever, bayılır, ölse de bayılır, o derece. Dikkat et kendine. Gidiyor, nasıl gidiyorsa. Suda, havada, karada, nerede bu adam? Bisküvilerim de bitti, moralsizim. Aynaya baktım, güzelim, biten bisküviler kadar güzelim. Bıçak elimde geziniyorum tesiste. Gün, gece, gün, gece. Telsiz homurtuları, ekranda beliren yeni video. Annenin videosu: Bu oğlandan kurtulmak için dediğini yaptım, beni öldürmesine müsaade ettim. Alabalıklarla oydurdum gözlerimi, gülümseyerek yaptı, içini çıkardı gözlerimin, birer boncuk gölgesi bıraktı geride, nefes alamaz oldum elbette, yalan değil, senin dediğin gibi döndüm içime, dakikalarca kımıltısız kaldım, komşular bastı evi, ölü balık kokusu, benim naaşım çıldırttı görenleri. Planımız başarılı hayatım. Kurtulduk oğlumuzdan, içeride onun icabına bakacaklarına eminim. Şimdi bu şifreli videoyu da hemen sil, sil sevgilim. Yakında görüşürüz. Göremesem de seviyorum seni.

Geldi adam. Tekrar. Neden demedin, dedi, eşimin öldüğünü neden söylemedin turist? Tüfeğiyle havaya birkaç el ateş etti. Kıyafeti özenliydi bu kez. Yakışıklıydı. Gel, dedi, ihtiyacım var sana. Peşimden koştu ama yürüyemez gibiydi, dermanı yoktu. Taşlık arazide gözden kayboldum. Denizin dibindeki kayalıklara gizlendim. Nefes nefese kalmıştım. Gözlerimi istediğini biliyordum, aptal değildim ben. Ateş sesleri ötelerden geliyordu. Acıkmıştım, açlıktan ölecektim o bulmazsa. Dolu dolu ölecektim, mutlu mesut şekilde ölecektim kahretsin ki. Bastırınca karanlık tesise döndüm. Karıştım gecenin içine, göremezdi beni. Balıkları aldım kancalardan, izotop cihazındaki bir maddeye buladım –tek bildiğim bunun zehirli olduğuydu, yerine koydum sinsice. Pencerenin dışından izledim saatlerce, balığı aldı, hastalanmıştım, ocakta pişirdi, birkaç turp doğradı yanına, yemeye başladı, başım dönüyordu. Beni görmesi için cama tıkladım. Kafasıyla gel işareti yaptı. Geç, dedi, otur, hâlsiz görünüyorsun turist. Sana göre değil buralar. Ye bir şeyler. Balık yemem, dedim. Hepsini zehre buladım. Tebessümü soldu. Gitti, tabağı çöpe döktü, kustu bir müddet. Tuttu elimden, kayıt odasına götürdü. Değdi mi? Ekranı açtı, video arşivini karıştırdı. Bu annem, onunla birlik oldum, sahtekâr babamı öldürdüm. 1982 tarihli videoları tek tek gösterdi. Hasta hâli, annesinin gözlerini oyması, babasını kapana kıstırması, annesine naklettiği gözleri babasının, babasının yüzünde eriyen alabalıklar, baba gözlü anne, tebessüm eden ana oğul. Telsizden gelen anne sesi: A2, O2’yi arıyor. O2 yanıt ver. Yeşil tuş. O2 dinliyor. Annen seni seviyor oğlum. Gelen aptal kızı bırakma, oyala, birkaç gün içinde onu şehre götürmeyi planlıyoruz. Anladın mı? Mesajı aldın mı? Gülümsüyor O2. Evet, diyor. Ellerimi tutuyor, öksürüyor, ölecek mi, kurtulacak mıyım, bilmiyorum ama hayat güzel, ölümcül şekilde güzel, gülümsüyorum.

No comments:

Post a Comment