August 10, 2020

TOM FORD

Bir el daha oynayalım. Biraz daha. Işıkları karartıyor Tom Ford Abi, yeter lan yeter, diyor. Allahsız, paran mı kaldı sanki? Başındaki kovboy şapkasını çıkarıp alnındaki teri siliyor. Gece bile düşmüyor sıcaklık Allahsızlar. Kahvede ikimizden başka kimse kalmadı, bak oğlum Ferhat, abi nasihati dinle, defol git evine. Karın ve çocuğun yok mu, yolunu gözlemiyorlar mı, yazık Allahsız, günahı ne onların? Su kazanının altını kapatıyor, çaydanlıkları temizliyor, ovaladıkça sıçrayan su, kel kafasını ferahlatıyor. Gülümsüyor, kapatıyorum dükkânı, git haydi oğlum. Al şunu, taksiyle geçersin. İyi görünmüyorsun. Bir kere anlatayım Tom Ford Abi, bir kere? Bana bakıyor, kararsız, gülümsüyor. Boynum bükük.

 

Hayalimde yarattığım Tom Ford karakterinin de kovboy şapkası var, havalı güneş gözlükleri gözünde, çeşit çeşit. Şeffaf, renkli, kara, her biri. Bu Tom Ford yıllarını hırsızlıkla geçirmiş azılı bir haydut aslında ta ki yolu Mary Lee adında bakire bir şehir/kasaba güzeliyle kesişene dek. Lee’ye içine cin kaçmış iki tane deli kadını emanet ediyorlar, Ankara Kalesi’nin orada bir evde onları iyi etmeyi planlıyor Mary Lee. Gözleri kocaman, çiçekli bir elbisesi var. Önünü kesen bir harami onu iğfal etmek istiyor, gel gelelim bunu gören mevsimlik çöp toplayıcı Tom Ford, avucunda preslediği su şişelerinden bir demeti fırlatarak haramiyi haklıyor. Kafadan süzülen lekeler Çıkrıkçılar yokuşundaki karanlığa karışıyor. Mary, Tom’a benimle evlen, evlen benimle, diyor. Çok iyi fal bakıyorum, görülmezleri görüyorum, üstelik İskitler tarafında bin dönüm bir arsam, ağır hasar kayıtlı olsa da 207 bin kilometrede Renault Fluence’im, renk renk giysilerim var, beni al, beni alan yaşadı. Gülümsüyor Mary Lee. Tom Ford, kovboy şapkasını çıkarıyor, neon kırmızılı iş yeri tabelaları ışıldıyor kelinde. Olmaz, diyor, bağlanamam birine Mary Lee. Hem ben görülenleri bile göremiyorum, o kadar ahmağım. Başparmakları pantolon ceplerini didikleyen Tom ağlamaya yelteniyor. Mevsim bazen yaz bazen güz. Öp, diyor Mary, o hâlde öp. Başka çaremiz yok. Sis çöküyor şehre. Ertesi sabah drone kuşlar ötüşüyor, gözünü açan Tom kafasından süzülen lekelerin kuruduğunu, kurumayanların da kuşlarca gagalandığını fark ederek gülümsüyor. (Mary Lee’nin öyküye katkısını ben de anlamıyorum.)

 

Taksiye bindim. Başım ağrıyor, beyin ameliyatı, zihin-ruh-dalak-böbrek-ömür-kahır ameliyatı olmuşum da doku tutmamış gibi ağrıyor. Taksinin loş ışığında eriyorum. Gözümü açtığımda kafama giren kabloları fark ediyor, sıcağı-soğuğu-nefreti-ağrıyı aynı anda hissediyorum hastane odasında. Gülümsüyorum. Eşim refakatçi kanepesinde inleyerek doktoru dinliyor. Bir çeşit bakteri bu. Ağzı, yüzü, tüm dokuları yiyip bitiriyor. Milyonda bir olur. Allah şifa versin hanımefendi. Ağız çevrem yok olmuş, dişlerim düştü düşecek. Başıma nasıl geldi bu, nasıl? Sarılıyorum eşime, konuşamıyorum tükenmiş suratımla. Uzun saatler süren operasyonlardan sağ çıkıyorum, kollarımın ikisi de kökünden eridi. Bacaklarım yok. Benden bir şey kalmadı geriye. Biraz daha verseler narkozu, sonsuza dek uyusam.

 

Oğlumu getirdi sonunda eşim. 11 yaşında Çetin. Uzun burunlu, çirkin ama benim oğlum. Ben yakışıklı ve topak burunluyum, hepsi bu. Eşim, öp, diyor, babanı. Konuşma güçlüğü var Çetin’de. Onu sevmiyorum, o da beni sevmiyor, biliyorum. İş Eğitimi dersi için öğretmeninin verdiği elektrik devresi yapma ödevini her zamanki gibi elektrikçiye yaptırmıştık. Bu da evde, odasında onunla oynayıp duruyordu, mutsuzdu. Kemal’in ödevini daha çok beğenmişti öğretmen. Kemal, sanıyorum ana panolu ve telli panolu karma bir sistem yaptırmıştı aynı elektrikçiye. Çetin’in panosunu çocukça bulan öğretmen, Kemal’in saçını okşamış, akşamki özel derse gönderme yaparak akşam olunca anlatırsın detayları, demişti üstüne. Çetin yol boyunca ağlamıştı eve dönüşte. İki bacağına soktuğu sivri uçlu kablolar yordamıyla ışıl ışıl yanmıştı ampuller. İnsan vücudu iletkendir baba, demiş, ellerimi öpmüştü. Öpme, demiştim, aptal. Öp, diyor eşim. Öp babanın yüzünü. Kesik parçalarından aktardıkları deri parçalarıyla ağız çevresini yenilediler, harika oldu. Olmadı tabii. Yalan söylüyor eşim. Aynada göremiyorum, yasak, biliyorum iğrenç olduğunu. Hani yüz nakli olup da birer şişme surat içine gizlenen ruhlar var ya, onlara benziyorum, eminim. Çetin tükürüyor yüzüme. Tamam, sakin ol oğlum. Çetin’i anlamam lazım, ona çektirdim. O bacağına kabloları soktuğu gün gülümsemiş ve daha derine sokmuştum uçlarını, dişlerimi sıkmış ve tuhaf bir haz almıştım bundan. Gözleri kızarmıştı oğlumun. Sus dercesine ağzını kapatmış, yüzü morarana dek izlemiştim yanışını minik duylarda ışıldayan ampullerin.

 

Son iki senede iyi bir baba ve eş olamadım. Bahaneler, anlık eğlenceler sürükledi beni. Eğlence merkezlerine, kumara, kötülüklere kaptırdım kendimi. Tom Ford Abi’nin şapkasını indirdiği zamanlar büyülerdi beni, kelini okşamaktan mutluluk duyardım. Onun için uydurup onu ona anlattığım öykümü dinlerken gülümserdi. Daha bir ovalardı bardakları, ciflerdi kazanı. Tost makinesindeki yanık kalıntıları, kırıntıları paklar, bir yandan da kelinden süzülen terin titrettiği omuzlarıyla, ucuz esnaf tişörtüyle aklımı başımdan alırdı.

 

Rehabilitasyon süreci sancılı geçiyor. Omzuma geçirilen askılı ilkel protez kollarla prematüre bir Robocop yavrusu gibiyim. Çatal tutamıyorum, ne kadar denesem de olmuyor. İkinci bir operasyonla ağzımdaki darlığı genişletecekler, böylelikle konuşabileceğim hafiften. Eşim sarılıyor haftada bir gelip. Farklı kokuyor artık, muhtemelen beni aldatıyor, tanıdık bir koku gibi geliyor ama emin olmam lazım. İçten içe çevreye vefakar kadın numaraları bunlar, ben yemem. Oğlum da geldi. Öp babanı, diyor annesi. Tükürüyor yüzüme Çetin, Çetin’im. Gidiyorlar el ele, mutlular.

 

Bu hafta da daha bağımsız hareket edebilmem için yine ucuz yollu protez bacakları denetiyorlar. Dengemi yitirip düştüm onlarca kez, her tarafım çürüdü. Ağzımın düzelmeye başlaması en güzel haber. Beni ayakta ve hayatta tutacak tek şey eşim ve çocuklarım değil elbette, Tom Ford ve keli. Bir et parçasıyım. Yine de toparlanmalı, mücadele etmeliyim. Pes etmek yok, kumarda son bir el tadında. İyi olacak ve herkese gününü göstereceğim. Haramilere, Mary Lee’ye, cinlerine, kendisine emanet edilen ve vaziyetleri belirsiz iki deli kadına da.

 

Eve döndüm nihayet. O çok istediğim koşucu stili karbon fiber protezlerin bedelini karşılamıyor SGK. Basit bir protez de benim işimi görmüyor. Ağız çevremdeki aşırı şişlik yüzünden geçirdiğim son ameliyatla bir nebze olsun rahatladım. Eşim eve uğramıyor, Çetin odasından çıkmıyor. Onlara ihtiyacım yok. Kendi işimi kendim görecek kadar güçlendim. Çetin’in odasından telefonla konuşma sesi geliyor. Sürünerek varıyorum. Artık sakin ol, diyor Tom Ford, senin baban benim Allahsız. O şapşal olamazdı. O erkek bile değil. Şimdi bir et yığını, bir kukla leşi. Bir yandan bacaklarına kablo saplayan Çetin’de anjiyomsu bir huzur var. Annesinin talimatı telefonda, o et kümesini az az öldür, ağır ağır. Zaten, ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar/ her gün aynı yoldan yürüyenler/ yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler/ giysilerinin rengini değiştirmeyenler/ tanımadıklarıyla konuşmayanlar. Anlamıyor Çetin. Ben anlıyorum, ölmüşüm zaten yıllar önce.

 

Çetin, kabloları kalan et parçalarıma saplamak için gelecek. Üzerinde çiçekli elbisesi olacak ve kocaman gözleri. Bir hekim titizliğiyle damarları bulacak, saplayacak yüzlerce ucunu kabloların, binlerce duydaki ampul aydınlanacak, on binlerce öğretmen tam puan verecek bu ölüm ödevine, yüz binlerce çocuk kıskanacak, milyonlarca gözyaşı akacak yollarda-kafalarda süzülecek lekeler ve mutluluk belirecek Çetin’de. Benimle eğlen, eğlen benimle Allahsız, diyecek kovboy şapkasını savurup. Hazırım.

 

Gülümsüyorum. Kafamda protez elim, kelimde.

No comments:

Post a Comment