Bana gümüş’ü anlat Çetin. Asma suratını. Kocaman bir balıktır gümüş, yağlıdır, G’si küçük. Ona görmeye gitmiştin asırlar önce. Tutsak bir prensesti kalede, Ankara Kalesi hatta, onun eteklerinde, Bentderesi’nde. Dişlerini tuhaf fırçalamıştı seni görünce, tükürmüştü macun kalıntılarını asfalta. Gel, demişti, gelsene yakışıklı. Aradığın her şey bende. Gözlerime bak Çetin, adını dahi bilmişti, göğe bakma, gözlerimin içine, içine aksın nazarın. Gülüşenler evlerine kaçışmıştı karanlık bastırınca, demek ki o denli dalmıştın o gözlere.
Karanlık bir adam yaklaşmış, tekmelemişti seni. gümüş abla ne istiyor bu it, demişti. Yazık, vurma, vurma kız. Ağzına giren ayakkabı ucu, ucuz ayakkabı. Ağzında kalınca tabanı daha da hiddetlenmişti bu herif, seni dümdüz ederim hırbo, demiş ve gümüş, ellerini elleri arasında ısıtınca sakinleşerek tebessüm etmişti. Bu esnada, tabii, seni yüz üstü yatırmıştı. Kollarını arkadan sıkıca bağlayarak gümüş’e fiyaka da yapmıştı. gümüş’ün avuçları arasındaydı biçimsiz kafan.
Etli parmakları pürüzlüydü, seyrek saçlarını okşadı. Ağzından süzülen koyu kana dokundu bir parmağıyla. Bir öpücük bıraktı karanlık adamın güçlü kollarına. Yarın, dedi, yarın gel Çetin, bak hava karardı, tenhalaştı kale, yarın gel, gün yüzüyle göreyim seni, hem yaraların da geçmiş olur. O öyle dedikçe kollarını sıkmıştı karanlık adam. Tuhaf ışıltılarla dolu bir dünyaya dönmüştü yeryüzü, gümüş böyle dediği için değil elbette.
Sonra, nedense, yanına geldim Çetin. gümüş’ü de getirdim hatta. Çok yemişti, yürüyecek hâli yoktu, duygusal yeme bozukluğu diyorlar ya hani, ondan işte. Açmadın kapıyı. Çay demlemiştin, anımsıyorum. Mis gibi kokusu haşlanan çayın. Oksijen maskesini takan gümüş soluyamazdı bu güzelliği. Kapıyı çaldım, evde yoksun. Nette okey oynayan muhtarın döküntü ofisine vardım, nerede muhtar bu devlet, pardon beyim? Yani Çetin diye biri yaşıyordu hani bu viranede? Anası, babası yok, çocuğu heder ettiler iş yerinde. O nerede? Çok anlamadığım okey tabirlerini küfür niyetine savurdu muhtar. Yarın gel, bakarız. gümüş’ün ellerini klavyedeki kıllı parmaklara bıraktım. Tebessümü muhtarın. Pis pembe dosyaları arşivden çıkardı. Yok Çetin, ölmüş, yok. Trafik kazası, kolu, bacağı, kalbi kırılmış, yok, şimdi gidin, şimdi okey tabirleri, şimdi rüya tabirleri, şimdi rüyada gümüş görmek; zenginlik, bolluk, bereket ve kısmete delalet etmektedir, rüyada gümüş görmenin anlamı, mutluluğa yorumlanır, taşa kalınır, taşla vedalaşılır.
Bulamadık, neredesin Çetin? Biliyorum gümüş, biliyorum ben onun nereye gittiğini. Yayla yolundaki bağ evindedir olsa olsa. Gidiyoruz gümüş’le. Karanlık adam direksiyonda. Oksijen tüpü diğer yanımda, aklım Çetin’de. Gökhan Güney çalıyor radyoda. Tutsak: Tutsak ettin beni hasret ağında/Dönsen de kalbimde yerin mi kaldı?/Esir ettin beni çile bağında/Dönsen de kalbimde yerin mi kaldı? Kapat karanlık adam, kapat şunu. Deşme içimi. Yolda sarsıla döküle ilerliyoruz, simsiyah gecenin içinde yalnızca gözleri parıldıyor karanlık adamın, tuhaf ışıltılarla.
Sesi daha da açıyor. En güzel yıllarımı böyle tükettin/Dönsen de kalbimde yerin mi kaldı? Durduruyor aracı. Başka bir şehir burası, farklı bir zaman. Uyuyor horultular içindeki gümüş. Bana sarılmasını istemiyorum, etkisi altına girerim çünkü, biliyorum. Çık dışarı, bilen adam, diyor. Neden karanlık adam, neden? Çetin’e gitmiyor muyuz? Göremiyorum gözleri dışındaki alemi. Gözlerime bak, göğe bakma, gözlerimin içine, içine aksın nazarın. Öyküyü başka yöne çekme karanlık adam, Çetin hani? Çetin’i yedi bu büyücü gümüş. Neden hastalandı sandın, lime lime etti, dilim dilim. Engel olamadım, korktum. Karnını yarıp Çetin’i çıkaralım ve gümüş’ü yok edelim, sana sığındım ben de, tek başıma yapamam bunu, bilen adam.
Ellerimi elleri arasında ısıtan karanlık adamın ışıldayan gözleri.
Ben karışmadım Çetin. Seni gümüş’ün karnını yarıp çıkaran o oldu. Halsizdin, sarıldım, ısıttım seni, anımsamıyordun olan biteni. Sana bunları anlattığımda o iri burnunu kıvırmış, benim öykülerimin gerçekliğe yaslanmadığını söylemiştin. Gerçek değil mi sözcüklerim, gümüş yok mu Çetin, muhtar ve kişisel gelişim kitapları hakiki değil mi yani? Karanlık adamı boğuyor ellerin, acımıyorsun, bu değil mi öykü? gümüşün karnında oksijen tüpü. İçten içe alıyor nefesi, huzurlu, onun benim de ellerimi ısıttığını söylemedim sana, Ankara Kalesi’nde hatta, onun eteklerinde, Bentderesi’nde. Dişlerini tuhaf fırçalamıştı beni görünce, tükürmüştü kan kalıntılarını asfalta. Gel, demişti, gelsene karanlık adam, adımı dahi bilmiş ve eklemişti: Bana gümüş’ü anlat.
No comments:
Post a Comment