March 05, 2013

Sinek Isırıklarının Müellifi // Barış Bıçakçı


Ne yapacağız Nazlı, insanlara elimizi nasıl uzatacağız? Hepsine? (Sayfa 27)

Bir Ankara romanı... Yaşamışlığımın şehri. Otobüslerinde bir ömür çürütülen, uzaklara/bilinmeze sürüklenen/sürükleyen şehir...

Sessizliğin hırçın hali...

Genel gidişat şu şekilde: Baş kişimiz Cemil, kırk yaşlarında, evli ve çocuksuz, Eryaman’da (Ankara) toplu konutta oturan; yıllar süren işinden istifa edip ev hayatına kendini adayan bir şahıstır. İlk romanını yazar ve romanı yayımlanması için İstanbul’a bir yayınevine götürür. Editörle yaptığı hayali konuşmalar, eserin akışını sağlar. Cemil, geçmişine ve geleceğine eşi Nazlı, babası, arkadaşları ve kendisi ile gider.

Akıcı bir eser...

Müellif, “yazar” anlamına geliyor.

Barış Bıçakçı’nın hayatı sorguladığı nadide bir çalışma...

Her şey bir şeyin etrafında hiç durmadan döner, insanın payına düşen sarhoşluktur.” (Sayfa 15)

Toplu konutlarda “Banyonuz akıtıyor.” benzeri  bir cümlenin sıklıkla duyulması ve ölmeye yakın yaşlı bir kadın... Hayatını değiştirmek/söndürmek/döndürmek isteyen Cemil ve onun Nazlı’ya olan bitmek bilmez aşkı... 

Cemil, evdeki hayatında bunalmaları ve boşlukları yaşayacaktır:

Sayfa 36
Cemil’in bütün gün evde ruhsal söküklerle uğraştığını da biliyordu Nazlı. Ev, iplik parçalarıyla, kırpıklarla dolu oluyordu, iki ucu bir araya getirilememiş hatıralarla ve partal fikirlerle. Yaşamak bu küçük evde de eksik kalıyordu; elli dört metrekare içinde Cemil’in yetişemediği, tamamlayamadığı şeyler vardı. Sessizlikler vardı. Hissettiği şeyi tam o anda kimseye söyleyememiş Cemil’in kuytuya köşeye bıraktığı sessizlikler, yutkunmalar ve toz. (Sayfa 26)

Cemil, bunalmaktadır:

Ne yapacağız Nazlı, insanlara elimizi nasıl uzatacağız? Hepsine? (Sayfa 27)

Nazlı’ya aşkı, aşkın bir boyut alır:

“Orhan Veli’den bir Baudelaire çevirisi: Nasıl sürünür, bir gibi yerle, / Yılan; seni öyle seveceğim.” (Sayfa 43)

Ve... Hayata dair fikri Cemil’in:

Her şey çok anlamsız! Hayat, kendi kendilerini kopyalayan dev moleküllerden başka bir şey değil. Hayat dediğimiz şey sadece kimyadan ibaret. Periyodik tabloyu ezberlesek yeter. Evrendeki en bol iki elementin, hidrojen ve helyumun, aynı zamanda en hafif iki element olması her şeyi açıklıyor zaten. Böyle hafif bir evrende anlam ne arasın? Anlam ağırdır… Dibe çöker. Falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakarlar. (Sayfa 50)

Etimesgut'tan...
Eser, birçok noktada sorgulama ve deneme havasına bürünüyor. Hayat, insanlar ve eserler üzerine yoğunlaşıyor ama kesinlikle sıkıcı olmuyor. Örneğin, Çinli bir şairin yazmış olduğu şuı alıntı şiir, Cemil’in ruh halini gözler önüne serer:

“Sevinemiyordu sağ esen eve döndüğüne / Dökülüyordu işte bahara sevinen elma çiçekleri bile.” (Sayfa 77)

Yaşamak ilerlemek olamaz, diye düşünüyor Cemil, ama geride bırakmak olabilir. (Sayfa 83)

Önemsiz şeylerin, tali duyguların üzerinde gidiyor hayat, sanki önemli bir yere varacakmış gibi bütün gücüyle bütün hızıyla gidiyor. Üst katın banyosu akıtıyor diye canın sıkılıyor, sonra birkaç kez gördüğün yaşlı bir kadının ölüm döşeğinde olmasına kederleniyorsun, ardından Berkan'ın "Çok ilginç aslında!" diyerek anlatmaya başladığı hikayeyi kıskanarak dinliyorsun. Hayat hiçbir yere varmıyor." (Sayfa 90)

Eserin her tarafı, metinlerarası bağlantılarla dolu. Yani bu eseri okurken verilen kitap, film, müzik eserlerini incelerseniz, müthiş edinimler kazanabilirsiniz. Bazıları şöyle: Oktay Rifat, Henry James,  Simply Red, Max Beckmann, Körleşme, Yusuf Atılgan, Pink Floyd...

“Sinek Isırıklarının Müellifi” adının sırrını eserin 129. sayfasında bulacaksınız.  Söylemeyelim.

Kitapta yer alan ve hayatı yaşanır kılan şeylerin bir listesi de sizlerle! (Sayfa 146-147)

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------Cemil’e hayatın bir şölen olduğunu hissettiren şeylerin üstünkörü yapılmış bir listesi:

Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway romanı.
John Cheever’ın öyküsünden uyarlama: Yüzücü. Frank Perry yönetmiş, Burt Lancaster oynuyor.
Joshua Logan’ın Piknik filmi. Kim Novak ve William Holden başrollerde.
Seymour Glass: Ah! Edebi bir kahraman.
Charlie Haden ve Carla Bley’den The Ballad of the Fallen: Düşenin dostu olmaz şarkısı, şiiri olur.
Patrice Leconte’un Monsieur Hire filmi. Michel Blanc başrolde.
Ezginin Günlüğü’nün Bahçedeki Sandal albümü.
Mehmet Günsür’ün Hırça Mapası öyküsü.
Ali Osman Coşkun’un resimleri.
Raymond Carver’ın öyküleri, hepsi.
Nazlı’nın Palamutbükü’ne doğru yürürken söylediği Yeşil Ayna türküsü.
Melihat Gülses’ten Kapıldım Gidiyorum.
Pars Tuğlacı’nın Okyanus ansiklopedik sözlüğü.
Wynton Marsalis’in The Majesty of the Blues albümü.
Henri Rousseau’nun resimleri. Gümrükçü Rousseau.
Led Zeppelin’den The Battle of Evermore ve diğerleri.
Italo Calvino’dan Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler.
Julio Cortazar’ın Oyunun Sonu adlı öyküsü. Yani, heykeller ve duruşlar.
Stevie Smith’in El Sallamıyordum, Boğuluyordum adlı şiiri; Cevat Çapan çevirisi.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hayata bakmak lazım. Bazen istifa etmek, bazen rahatsız olmak; unutmak ve hatırlamak lazım. Cemil olmak lazım bir an. Susmak, yalnız kalmak ve okumak lazım. Bu kadar “lazım”ı arka arkaya kullanmamak lazım...

NEDEN OKUNUR?
*Metinlerarası zenginliği müthiş...
*Hayata dair keskin ve aynı anda naif düşünceler var.
*Süslü cümlelere direnen; yalın anlatışlar mevcut.
*”Ankara” orada...

BARIŞ BIÇAKÇI
SİNEK ISIRIKLARININ MÜELLİFİ
İLETİŞİM YAYINLARI, 2. BASKI, 2012, İSTANBUL





No comments:

Post a Comment