January 21, 2014

Düşler (Yume/Dreams) "Akira Kurosawa" (1990)

Düşler, 1990 yapımı Akira Kurosawa filmi... Sekiz düşten -kısa filmlerden- oluşuyor...

Yorumlayacaktım ama Nazan Bekiroğlu âlâsını yapmış 2009 yılında...

Bana da okumak ve filmi tekrar yudumlamak kaldı...

Filmin renkleri ve düşleri enfes... Van Gogh'lu sahnesi de...

Üçüncü müfrezenin mavi-beyaz ölüm rengi suratları...

İlk düş: Korkunun masumiyeti
İkinci düş: Doğaya övgü: 
"Şeftaliyi para vererek de almak mümkün. Ama şeftali ağaçları ile dolu bir bahçeyi kim satın alabilir ki?"
Üçüncü düş: Tipiye direniş.
Dördüncü düş: Kahramanlık adı altında ölen asker cesetlerine son söz.
Beşinci düş: Van Gogh'un resimlerinde yürüyüş.
Altıncı düş: Kırmızı Fuji Dağı'ndan yayılan nükleer ölüm.
Yedinci düş: Tek boynuzlu, iki ve üç boynuzlu insan şeytanların inlemeleri.
Sekizinci düş: Su değirmenleri köyünde, ölüme edilen neşeli eşlik ve doğaya güzelleme.

Konfor, tüketim kültürünün bir dayatması...  İhtiyacımız yok ki ışığa gece... Ve doğru soru:  "Gece neden gündüz kadar aydınlık olsun ki?" Açgözlülüğümüzü yeriyor Kurosawa... Kıyameti getiren insanlığa, insanlığını ve gerçekliğini yitiren belki de, düşler sunuyor. Doğaya ve temizliğe çağırıyor bizi. Radyoaktif salınımların gölgesinde, kızıl bir ölümle olmamalı sonumuz. Ölüm, son düşteki gibi, heyecan verici ve neşeli bir sonla/merasimle taçlandırılmalı ama önce bunu hak etmemiz gerekiyor...

----------------------------
Kurosawa: Korkulu 'Düşler'

"İmparator" lakaplı Japon yönetmen Akira Kurosawa'nın son dönem filmlerinden biri olan Yume/Düşler (1990) sadece sinema değil pekâlâ öykünün de diliyle bize modern insanın evrensel komedyasını sunuyor. Komedya çünkü hikâye karabasanlara evrilse bile insanı yeniden doğal safiyetine döndürmeyi öneren bir hayra yorumu var.

Aralarında organik bağ olmamasına karşın bu sekiz düşten ilk yedisi aynı kötücül öyküyü anlatır bize: İnsan kendi kendisini giderek artan bir teknoloji cinnetinde yok etmektedir. Görülmemesi gerekeni gören masum merak sahibinin gökkuşağı yolculuğunda sınanması ile başlayan hikâye insanın hoyratlığı ve açgözlülüğü yüzünden şeftali bahçelerini küstürmesi üzerinden ilerlerken bedel her defasında daha artar. Kendi amirlerini aşamayan III. müfreze komutanının göz göre göre ölüme gönderdiği askerleriyle yüz yüze gelmesi unutulmaz bir cümleyle teknolojiye yaslanan işgalci savaşların trajedisini özetler: "Size kahraman diyorlar ama hepiniz köpekler gibi öldürüldünüz". Bir insan bedeni beyaz ipek bir mendilden bile hızlı yokluğa yuvarlanır ama aynı beden, radyasyon taşıyan bulutları kovacak hızı kollarında bulamaz. Radyasyonla temsil edilen teknoloji insanı insanlığından çıkarır. Netice: Dev, orantısız, aslını-suretini kaybetmiş çiçekler, ürkütücü karahindibalar, sakat güller, iki yüzlü tavşanlar, tüylü balıklar, tek gözlü başlar, insan eliyle inşa edilen vahşetin karşısında bilindik öfkesi masum kalan Fuji yanardağı. Bütün bunlar ilk yedi düşün tekinsiz söylemini gösterir. Yüreği kirlenen insan, radyoaktif deneylere merak salacak, doğal olanın yapısına musallat olacak kadar demonu taşır benliğinde. Lakin onun hırsının sınırsızlığı gün gelir demonu bile ağlatabilir. İnsan, şeytanı bile geride bırakabilir.

İlk yedi düşün kötücüllüğü üzerine, teknolojiden yana uzlaşmacı olmayan radikal fakat bilgece bir yorum olan 8. düşte söyleyeceği sözü dolandırmadan açıkça söyler Kurosawa. Bu da üç kısa cümleye sığar: Çocukluk cennettir. Doğallık masumluktur. Bu dünyayı cennet kılacak olansa doğanın ve doğallığın safiyetine dönüştür. Bu doğrultuda çarpıcı ayrıntılar 8. düşün diyaloglarında sıralanır: Konfor sadece bir şartlanmışlık halidir. Mumlar ve kandiller geceyi aydınlatmak için yeterlidir ve gecenin gündüz gibi aydınlık olması da hiç gerekli değildir. Yıldızların görünmemesi aydınlığın çokluğundan, "Gece neden gündüz kadar aydınlık olsun ki?" Traktör olmadan da tarım yapılabilir, öküzler ve atlar toprağı örselemeyen tırnaklarıyla yeterlidir. Odun, yakıt olarak kafi. Üstelik doğa her yıl yıktığı, ıskartaya çıkardığı ağaçlarla bu ihtiyacı karşılıyor, diri ağaç kesmeye gerek yok. Odundan odun kömürü yapmak, birkaç ağaçtan bütün ormanın vereceği ısıyı sağlayabilir. Bütün mesele doğal yaşama biçimini yakalamakta, asıl önemlisi ona razı olmakta. Fazla zor değil aslında. İhtiyacımız olan temiz su ve temiz havadır sadece. Onu yapan da ağaçlar ve çimenler. Peki gerisi? Gerisi kendiliğinden gelir. O zaman şeftali bahçesi yeniden çiçeklerle donanabilir, taş bebekler en güzel gösterilerini sunabilir yeniden, gökkuşağının altından geçmek bile mümkün olabilir bu düşler ülkesinde. O zaman, yaşama müdahale olmadığında (ve olmadığı için) ölüm bile asli, fıtri varlığına dönebilir. Ölmek de doğmak gibi sevmek gibi doğal bir şeye dönüşebilir. Doğal olanın acısı ise her zaman için doğal olmayandan daha katlanılırdır.

Peki ya konfor? O, sadece bir şartlanmışlık halidir. Öyleyse insanlar önce bu şartlanmışlıklarından kurtulmalı. İnsana teknolojinin kendisini mutlu ettiği düşüncesinin sadece bir yanılsama olduğu hatırlatılmalı ki teknoloji tacirleri müşterisiz kalsın. Kontrol? Hayır, bütün bu karabasanların nedeni olan teknolojinin kontrolü filan mümkün değildir. Kontrollü teknolojiden bahis, cürümünün bahanesini kuran cerbezeli aklın neticesidir sadece, sadece bir avunmacadır. Öyleyse tümden gözden çıkarılması gerekir. Çünkü korkulu düşler görmektense uyanık kalmak daha iyidir.

Alıntılanan Çevrimiçi Kaynak: http://www.zaman.com.tr/nazan-bekiroglu/kurosawa-korkulu-dusler_883576.html








No comments:

Post a Comment