July 08, 2015

BİZ-YEVGENİ ZAMYATİN



Biz: Savaşçı Kuşlar, Bilinçli Özgürlük ve Çıldıran Sayılar (Herkes + Ben: Biz)


“Ama şunu anlayın: Büyüklük, sadedir. Basittir. Şunu anlayın: Sadece aritmetiğin dört kuralı değişmez ve kalıcıdır. Nihai bilgelik budur.”
                   (Yevgeni Zamyatin // Biz, 1924)


                                                                              “Gene de, ne olursa olsun, şu iki kere iki sadece bir küstahlıktır
                                                                              efendim.”    (F. Mihayloviç Dostoyevksi // Yeraltından Notlar, 1864)


“Ben asla farklı türde kuşların sürü halinde uçtuklarını görmedim. Bu, hayal edilemez. Neden? Çünkü bu olsaydı şansımız kalmazdı. Onlarla savaşmayı nasıl umut edebiliriz?” (Kuşlar // (Film, Yönetmen: Alfred Hitchcock, 1963)


1884 doğumlu Rus yazar Zamyatin’in, kendisinden sonra gelen Huxley ve Orwell gibi isimlere ilham kaynağı olan ve distopik, anti ütopik –karamsar, totaliter, baskıcı- bir toplum modeli örneği sunan, eseri Biz, 1920 yılında kaleme alınmış olsa da, sansür nedeniyle, 1924 yılında İngiltere’de yayımlanabilmiştir.


-----------------------


“Ben, ENTEGRAL’in Yapıcısı D-503, TekDevlet matematikçilerinden sadece biriyim.” (Zamyatin 2) diye tanıtır kendini Biz romanının başkişisi D-503.  TekDevlet’in isimsiz, kodlanmış sayılarından birisi olan D-503’ün kendini böylesine tanıttığı, günlükler, kayıtlar şeklinde yazılan eserin otoriter devlete, tek güce bir güzelleme şeklinde başladığı ve zaman içerisinde matematiksel kesinliğin sıradan huzuruna karşı direnen canlı bir hayal gücüne doğru evrildiği görülür. Bu doğrultuda eser, kuşlardakine benzer hırçın bir özgürlük arzusu ile biçimlenir.


Durum: Cebirsel Mutluluk


Her hareket, her düşünce devletin kontrolü altındadır. Düzen vardır ve düzen varsa isyan yoktur. Eski çağların anlamsız savaşlarından, arzu ve hırs yüklü bireylerinden, iki yüz yıl savaşlarının yıkımından iz yoktur. Mutluluk, huzur mevcuttur. Mevcuttur çünkü durum şudur: “Ve çarpım tablosunun zarif ve ebedi yasalarına tâbi yaşayan sayılardan daha mutlusu yoktur. Ne yoldan çıkar ne duraksarlar. Gerçek tektir ve doğru yol, birdir.” (52) Matematiksel kesinliğin, bilimin öne çıkarıldığı, mantık örgüsünün benimsendiği bir dünyadır bu. Özgürlük yoktur ve olmamalıdır, özgürlük varsa düzensizlik vardır. “Gayet açık. İnsanı suçtan arındırmanın tek yolu özgürlüğünden arındırmaktır.” (29)


Her Sayı, her gün mutlak bir düzen içinde, BiZ’i oluşturur. Ben yoktur, birey yoktur ve özgünlük yoktur. Olamaz. Özgünlük, farklı olmak, düşünmek anlamına gelecektir: “Özgünün,” diyerek sözümü kesti, “kendini diğerlerinden farklı kılmak anlamına geldiği açık. Haliyle özgün olmak, eşitlik ilkesini çiğnemek demek.” (24) Özgünlük riskini sona erdiren TekDevlet için düşüncelerin bir olması, her eylemin BİZ olarak, iri ellerden oluşan koca bir vücut olarak hayat bulması gerekir: “Görüyor musunuz? Düşünceler bile. Çünkü hiç kimse tek değil, herkes bir. Hepimiz aynıyız…” (7) Herkes aynıdır, günün planlaması tüm Sayılar için kusursuz mahiyette yapılmıştır. Onların görevi bu plana uymaktır, yalnızca uymak:


Ama Saatler Çizelgesi… İşte o her birimizi güpegündüz tutup çelikten, altı-tekerli efsanevi kahramanlara dönüştürür. Biz, milyonlarca biz, her sabah, altı-teker şaşmazlığıyla aynı saatte ve aynı dakikada, yekvücut uyanırız. Milyonlarca biz, aynı saatte çalışmaya başlarız. Daha sonra, milyonlarca biz, yekvücut, dururuz. Ardından milyonlarca ele sahip tek bir beden gibi, Çizelge’nin gösterdiği anda kaşıklarımızı ağızlarımıza götürürüz. (10-11)


Cebirsel mükemmeliyetin kusursuz işleyişi içerisinde yaşayan Sayılar için Freudyen bir bağlamda önem arz eden saldırganlık -ki ölüm içgüdüsüne karşı bir tepkidir,  özgürlük düşüncesinin engellenmesi ile ortadan kalkmıştır. Freud’un öne sürdüğü yaşam içgüdüsünün açlık, susuzluk ve cinsellik basamağı ise (Özdoğan 20) açlığın bitirilmesinin ardından sevginin düzenlenmesi ile şekillendirilmiş olur:


Açlık ortadan kalktıktan sonra (ki cebirsel anlamda maddi refahın doruğuna ulaşmanın eşidir) TekDevlet’in dünyayı diğer yönetene, sevgiye saldırması gayet doğal. Sonunda bu öğe de fethedildi, yani düzenlendi, matematikleştirildi ve 300 yıl önce Lex Sexualis’imiz ilan edildi: “Her Sayı, her Sayı’ya cinsel ürün anlamında erişim hakkına sahiptir.” (Zamyatin 18)


Pembe biletini alan herkes, istediği Sayı ile devlet kontrolü altında birlikte olabilmektedir. Aksi barbarcadır. Anlaşılmazdır.


Peki, hükümetin (hayır, bir de kalkıp kendine hükümet deme cüreti göstermiş) cinsel yaşamı en ufak kontrol dahi uygulamadan özgür bırakmasına ne demeli? Kimle, ne zaman, ne kadar istersen… Tümüyle bilim dışı. Hayvanlar gibi. (Zamyatin 12)


Sayıların bu olağan dirliğinin ve biz olgusu içinde yaşamasının önemli sembollerinden biri de “şeffaf ev tasarımı” olarak göze çarpar. Her sayı, komşu evdeki sayının ne yaptığını, nasıl yaptığını görmektedir. Sır yoktur, farklılık yoktur. Herkes aynıdır. “Perdeleri sadece Seks Günü’nde kullanırız. Diğer zamanlarda tertemiz havadan yapılmış gibi duran bu duvarların ardında, göz önünde yaşarız. Birbirimizden saklayacak hiçbir şeyimiz yoktur.” (16)


Bu sakin yaşamın tek koşulu TekDevlet’in yöneticisi olan Velinimet’e koşulsuz bağlılıktır. Her Sayı, sağlıklı olmakla görevli (31), alkol ve sigaradan uzak durmakla yükümlüdür. (43) Tüm Sayılar, kaydedildikleri sanat ve bilim derslerine katılmak zorundadır. (25) Bir diğer görev ise şudur:


“Gece uyumak bir Sayı’nın görevidir. Gündüz çalışmak ne kadar zorunluysa, gece uyumak da aynı ölçüde zorunludur. Kişinin gündüz çalışabilmesi için gereklidir. Gece uyumamak yasadışıdır.” (46)


Çarpım tablosunun değişmez, bilge doğruluğu üzerine inşa edilen yaşam, ebedi bir saadeti barındırır gibi görünse de gerçek farklıdır. Bu matematiksel zevki yansıtan şiirler, edebi birer ürün olmaktan çok propaganda işlevi görürler: “Şiirin vahşi doğasını da aynı yolla tımar edip uysallaştırdık. Bugün şiir arsız bir bülbülün ötüşü değil; bugün şiir devlet hizmeti demek, bugün şiir fayda demek.” (Zamyatin 53) Bu şiirlerden bir dörtlük, şiir anlayışını alenen gösterir:


Ebediyen tutkun birbirine iki artı iki,
Ebediyen birleşik mutlu dörtte.
En coşkulu aşıkları dünyanın:
Değişmez leğimli, iki artı iki… (52)


Dönüşüm: Hayal gücü Hastalık mıdır?


I-330 adlı bir muhalif kadınla tanışan D-503, ona duyduğu kışkırtıcı arzu nedeniyle “biz” olmaktan sıyrılacak, kendi algısı içerisinde bir “ben” yaratacaktır. Hasta olmadığı halde rapor alacak, yalan söylemek yasak olsa da, işe gitmeyecek, pembe bileti olmadan I-330’a koşacaktır. Düzen onun için sarsılmıştır.



Pembe bilet yoktu, kayıt yoktu, TekDevlet yoktu. Ben yoktum. Sadece sevgili, keskin, perçinli dişler vardı; sadece faltaşı gibi açılan altın gözler vardı ve o gözlerden girdim içeri. Derine, daha derine. Ve sessizlik. (58)


D-503 için sorgulama zamanıdır artık. Aşkın baştan çıkarıcı gücü ile rüyalar görür. Rüya görmek de bir hastalıktır TekDevlet’te. Bu rüyaların ve karmaşanın içinde kalmıştır başkişi:“Yalnızım. Akşam. Biraz sisli. Gökte sütsü, altın bir örtü. Ardında ne var? Keşke biri bilebilse. Ve benim kim olduğumu, ne olduğumu bilen çıksa…” (51) Biz’den ben’e geçişin habercisidir bu satırlar. “Ben” olmak kolay değildir: “Velinimet… İmkânsız. “Hayır?” Birlik Günü’nde “Hayır” ha? Hissetmişlerdir dediğim utancı, korkuyu, dehşeti ben de hissediyorum. Ama onlar kim? Ya ben kimim? “Onlar”… “Biz”… Nasıl bileceğim?” (112)



13. kayıtta yer alan SİS kavramı, başkişiyi dönüştürücü ve romanı şekillendirici bir rol oynar. Sis’in içerisinde “Sever misin sisi?” (56) diyen I-330, “siz” den “sen”e geçerek dildeki koruyucu duvarı yıkar. Bu, “biz-ben” döngüsü ile paralel bir düzlemde gerçekleşir. Herkes ile ben toplandığında “biz” etmemelidir bundan sonra: “Ben herkesin Velinimet’e nasıl oy verdiğini görürüm ve herkes benim nasıl Velinimet’e oy verdiğim görür. Ve herkes ile ben toplandığında tek bir Biz ederken başka türlüsü nasıl olabilir?” (106)



D-503’te görülen dönüşüm devam eder kayıtlar ilerledikçe. Ona benzeyen ve hayal gücüne inanan gerçek insanlarla buluşur başkişi ve TekDevlet tarafından aranan hasta kişilerden biri olduğunu fark eder. Kurtulmaları için “düşgücü ameliyatı” (70) olmaları gerekmektedir. Devlet bu konuda ısrarlıdır:

Devlet Bilimi’nin son keşfi: Hayal Gücü’nün beyindeki Varolil köprüsü bölgesinin küçük bir düğümünde bulunduğu saptanmıştır ve işbu düğüme üç dozluk “X ışını dağlama uygulaması” hayal gücü hastalığından kurtulmayı sağlamaktadır. (138)


Artık D-503, bilinçlidir ama bilinç, felaket midir?


Yani işte, ben orada, herkesle bir adım ama hepsinden ayrıydım. Bahsettiğim heyecanlı olayın etkisiyle, eski trenlerin üzerinden geçtiği demir köprüler misali hâlâ titriyorum. Kendimi duyumsuyorum: Ama sadece içine kirpik kaçan göz, şişmiş parmak veya çürük diş kendini duyumsar, bireysel varlığının bilincine varır. Sağlıklı göz veya parmak ya da diş varlarmış gibi görünmezler. Yani gayet açık, değil mi? Kendi kendinin bilincine varmak, hastalıktır. (99)



Dönüşüm Motifi: Kuşlar


D-503’ün dönüşüm yolculuğunda ona eşlik eden gökyüzü takipçileri vardır: Kuşlar. Başkişi “Duvar’ın üzerinde keskin siyah üçgenler, gaklayan ve güçlü elektrik dalgalarından kurulu çitlere saldıran, gerisingeri savrulan ve tekrar Duvar’a hücum eden birtakım kuşlar” görür. (92) Kuşlar, dönüştüren, tekrar eden bir motif olarak, leitmotif, 21. Kayıttan son kayıt olan 39. Kayıt notlarına dek uçmayı sürdürür. Saldırgan ve çok sesli yapıları ile eserdeki gergin atmosferi tamamlayan kuşların uçmaları, göç etmeleri ve görünüp kaybolmaları ile eserdeki karakterlerin öyküsü aynıdır bir bakıma: “[H]erkes tek nefes alıp veriyordu; bunu ve hepsinin, Duvar’ın üzerinde gördüğüm kuşlar misali bir yerlere uçacaklarını hissettim.” (122)


1963 yılı ABD yapımı sinema filmi Kuşlar’da da benzer bir öykü ele alınır aslında. Alfred Hitchcock’un yönetmenliğini üstlendiği gerilim filmi, güzel ve şımarık Melanie Daniels’in San Francisco’daki bir evcil hayvan dükkânında yakışıklı ve ilginç biri olan avukat Mitch Brenner’le tanışmasını ve Mitch’in peşinden bu avukatın yaşadığı “Bodego Bay” kasabasına gidişini anlatır. Düzen ve huzur içindeki kasaba, Melanie’nin gidişi ile birlikte dönüşüme uğrar. Birtakım kuşlar, martı, karga, serçe ve diğerleri, kasabalıya saldırır. Hırçınlaşan kuşlar saldırıların dozunu artırır, birkaç gün sonra bir çiftçinin gözünü çıkararak adamı öldürür.  Artık insanlardır evlerine gizlenen, evlerinde kafese tıkılan. Kuşlar, özgürdür ve insanlar çaresizdir. Kurulu düzeni reddeden kuşların anlamlı/anlamsız taarruzunu durduramayan kasabalı, biz, çareyi kaçmakta bulacaktır. Kuşlar ise her yeri doldurmuştur: “Sonunda başımızın üstü kuşlarla doldu. Gökyüzünü doldurmuşlardı. Keskin, siyah, delici, uçuşan üçgenler. Fırtınadan perişandılar; kubbelere, çatılara, sütunlara ve balkonlara kondular.” (168) Biz’deki yeşil duvarın üstünde uçan kuşlar, (102) özgürlük çağırıcıları gibidir. Kuşlar, romanda ve filmde, her yerde, hep, çatılardadır. (173) Kararmış közleri andırmaktadır. (170)  Kuşlar, bir devrimin başlangıcıdır. “[K]uşların muzaffer bağırtıları hiç kesilmiyordu: Kıyamet Günü’ydü bu! (169) Kuşların ve insanların kaderi bir’dir.


Kuşlar ve insanlar, özgür olmalıdır: “Yavaşça, alçaktan uçan bir kuş. Canlılığını görüyorum. Benim gibi. Bir insan gibi başını sağa sola döndürüyor, kapkara gözleriyle içime bakıyor…” (122) Özgürlük içinse mantık yeterli değildir, özgürlük için hayal gücü, umut ve çılgınlık gereklidir: “Evet, evet, doğru! Ve herkes çıldırmalı, herkes, kesinlikle çıldırmalı ve derhal çıldırmalı! Çok önemli bu! Biliyorum!” (122)


------------


Acaba D-503 ve diğerleri kurulu düzene karşı koyabilirler mi? Hayal gücü, aritmetik zarafeti alt edebilir mi? TekDevlet ve koruyucular, uyumsuzları ele geçirebilir mi? Kuşlar, eserin hangi noktalarında uçuyor? Bu soruların yanıtı için eseri okumanız gerekecek.


Eserin başında D-503 , “Kasten yüksek perdeden, “Çok şükür,” dedim, “Tüm Shakespeare ve Dostoyevksi’lerin ya da her kimi diyorsan onların Nuh nebiden kalma zamanları çok geride artık.” (35) sözlerini sarf etse de Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar eserinin başkişisinin şu sözleri daima kulaklarda çınlayacaktır: Gene de, ne olursa olsun, şu iki kere iki sadece bir küstahlıktır efendim. İki kere ikiyi yolumuzun ortasında külhanbeyi gibi durmuş, elleri belinde, ortalığı tükürüğe boğarken düşünüyorum. İki kere iki dördün üstünlüğünü kabul ediyorum elbette; fakat her şeyi hoş görmeye karar verdikten sonra, iki kere ikinin beş etmesinden bile hoşlanmak mümkündür.




Kaynakça


Dostoyevski, F. Mihayloviç. Yeraltından Notlar. Çev. Nihal Yalaza Taluy. İstanbul: İş Bankası Kültür  
                Yayınları, 2008. E-kitap Baskısı.


Kuşlar. Yön. Alfred Hitchcock. Universal Pictures, 1963.


Özdoğan, Berka. "Saldırganlığın Kökeni." Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi. 11.1 
                (1978): 19-23.


Zamyatin, Yevgeni. Biz. Çev. Algan Sezgintüredi. İstanbul: Versus Kitap, 2009. E-kitap Baskısı.


No comments:

Post a Comment