February 02, 2018

KAÇAK MÜZE

“Bizim mahallede yalan olmaz yavrum. Kan olmaz, olmaz.” Yaşlı kadın böyle söyleyedursun, gerçekler tam tersi olabilir. İnanmam ben, kanmam hemen. Sorup soruşturmak lazım. Beş katlı apartmanın bahçesine geçtik mahallenin ileri gelenleriyle. Paslı tel örgülerin berisinden izledi bizi geride kalanlar. Beni iyi ağırladılar, bu güzel. Muhtar, hareketlerimi takip ediyor. Hanımı süslü, bir ruj çıkardı minik çantasından ve el aynasına baka baka dudaklarına dokundurdu ucunu. Allaştı dudakları, fark ederim. Genç bir kız da var, kulaklıkları duyma deliklerinde ve önündeki telefonda gözleri. Saçını omzundan arkaya attı bir diğeri. Montunu ilikledi, çantasının askılarını sol koluna geçirdi. Küçük bir çocuksa elindeki ucuz oyuncak canavarı sıkıyor, bana bakıp gülümsüyor. Konuşma zamanı geldi: “Değerli mahalle bireyleri, aldığım ihbar burada bir ölüm gerçekleştiğini söylüyor. Gerçeği söyleyin. Kimdir bu ölen?” Birbirlerine bakıyorlar, sessizlik. Birbirlerini sessizleştiriyorlar, kaşlar gözler parmaklar tırnaklar kımıldamalar. Muhtar sözü devralıyor: “Yok bir şey, evladım. Asılsız ihbar olmalı.” Muhtarın tespiti ve ileri gelenlerin kafa işaretli onayları. Muhtar gözlerini devire devire baktı tümüne, çenesi ile çivi çaktı yüzüne yerin. Hanımı rujlu dudaklarını ısladı biraz, oynattı altlı üstlü. Genç kız, telefonuna düşen onay gölgesinin griliğinde anladı durumu, sallandıkça kafası bluzunun kahverengi güneş lekeli desenine dokundu kulaklığının telleri. Saçını omzundan arkaya atanın titredi çantası ve küçük çocuğun oyuncak canavarının uyduruk kafası da onayladı olanları.

Sol elimin işaret parmağı ile yağmurda şişmiş, kabarmış masa yüzeyine dokunuyorum. Masanın kenar tırtıkları bir süre önce soyulup tarak tarak olmuş. Bu insanların tümü yalancı. Sakinliğimi korumalıyım. Katile, katilsin diyerek yaklaşılmaz. Üçüncü kattaki boş –cam kırıkları beyaz a4 kâğıtlarıyla bezeli- daireye yükseliyor taraktan havalanan parmağım. Anlamamış gibi yaptılar. Susuyor konuşmuyor çöplere bakıyor sağa sola bakıyor bizi izleyenlere bakıyor susuyorlar. Yukarısı, diyorum, sakin bir sesle, yukarısı neden bu halde, neden? Telaş, muhtarın uygun sözcük arayışı ve uyduracağı hikâye için kelime fırınında pişen yalanların çürük kokusu. Muhtarın hanımının alt dudağını ısıran sarı dişleri. Genç kızın, telefon ekranına bakması ve konuyla ilgisi olsun olmasın bir şeylerden rahatsız olması. Saçını omzundan arkaya atanın peruk olduğu anlaşılan kılların dibindeki bandajı biraz açması, rahatlaması. Küçük çocuğun yalandan ağlaması. Yerlerde tepinmesi, tepinmesi. Annesi olan geride kalan tel örgü ardında bekleyen bir kadının belirmesi ve çocuğuna değişik bir dilde seslenmesi ve çocuğun yüzüne gözüne yapışan otların, çöplerin içinden ayağa kalkması ve oyuncak canavarına sarılması. Gülümsemesi çocuğun. Aklımı karıştıramaz bunlar, tecrübeliyim.

Muhtar hazır: “Orada, şey, Korkut Bey otururdu. Taşındı, gitti adam. Tek yaşardı zaten. Saçları yoktu ama kel denemez biriydi. Konuşmazdı  ama dilsiz denemezdi. Siyah bir pardösü giyerdi yaz kış. Beyaz bir urganla bağlardı önünü. Taksi getirir, götürürdü onu kapıdan. Gözlükleri kalın camlıydı. Başında fötr şapkası olurdu daima. Şıklığını tamamlardı bu. Sol elinde taşıdığı evrak çantasında tozlar görürdü mahalleli. Bana gelirlerdi. Hiç açılmamış bu çanta, Muhtar Bey derlerdi. Bazen Ahmet Bey de derlerdi ama şaşırırdım ismimi duyunca. İsmim Muhtar olmuştu artık, neyse, bu Korkut Bey evine geçerdi günün bitiminde, taksiden iner inmez koşarak çıkardı merdivenleri. Kapı komşuları birkaç kez kapısını çalsa da açmamıştı Korkut Bey. Şikayetler arttı gün gün. Bu adam katil hırsız psikopat tacizci deli tuhaf tuhaf. Zaten işler de kesat gidiyordu. Birçok belgenin internet yoluyla çıktısının alınabilmesi muhtarlık gelirimin önüne geçmiş, evrak işinin de sonu gelmişti. Öfkeliydim anlayacağın. Tamam, dedim, ben de gidip bakayım şu Korkut Bey denen ırz düşmanına, kimin nesiymiş anlayalım. Bir coşku mahallelide, bunu duyanlar duymayanlara anlatmış, ardımda sürü sürü insan. Oley yaşasın kurtar bitsin gitsin deli tehlikeli Allah senden razı olsun. Çaldım zili, açan yok halbuki gelmiş olmalı. Sonlanacak ve darmadağın olacak bir geçici sessizlik. Mahalleli taşlara sarıldı, çöpleri avuçladı ve Korkut Bey’in camlarını topa tuttu. Cız cız delindi camlar. Küfür kıyamet öfke salya dolu kalabalık. Ertesi gün tekrar oradaydık. Çizgisiz kâğıtlarla yamanmıştı kırıklar. A4 A4 doldurulmuştu boşluklar. Bağıran kalabalık: Çık ulan Korkut çık deli çık dışarı çık yakarız çık öldürürüz çık sapık çık namussuz çık. Sapanlı saldırısı kıvırcık saçlı çocukların. A4’lerden geçmemişti taşlar, ötede berideki sağlam noktaları dövmüş, kalın perdelerde erimişti. Evden de çıkmaz oldu Korkut Bey. Karanlık gecelerin birinde evi terk ettiğini söylediler. Böyle işte hikâyesi. Gördün ya, yalan olmaz bizde, kendi gitti mendebur.

İnanmadım anlatılanlara. Tetikteyim. Muhtarın sözü bitince alkış koptu geride kalanlardan. Doğru ya doğru elbet gün gibi açık kesin böyle dediler. “Evi görmek istiyorum o halde” dedim öykü boyunca havada tuttuğum işaret parmağımı tarak tırtıklarına yeniden koyarak, ayaklandım. Beklemiyordu bunu muhtar, rujlu hanımı, telefonlu genç kız, peruklu kişi, oyuncaklı çocuk beklemiyordu. Yan yana geldiler hızla. Muhtar konuştu, ileri gelenler ve geride kalanlar onu takip ettiler: “İçerisi rezalet. Her yer pislik. Meğer adam koca koca fareler de beslermiş, vik vik öter dururlar. Sesleri sarınca mahalleyi, eve girmek şart oldu. Boy boy tencerelerin lekeli ışıltıları içinde şen fareler. Masada kitaplar, kitaplarda deney faresi resimleri, fotoğraflar, haplar. Tuhaf aletler, mengene, tüpler, kablolar, peruklar, pardösüler renk renk. Korktuk içeri girince. Bu Korkut bir manyak hayvan taciri dediler bir profesör dudak büküp dediler bir değeriydi mahallenin üzülerek dediler yuh sana muhtar yuh sana yuhlayarak dediler nasıl aydınlanacak mahallemiz haykırarak nasıl dediler.”

Kolları birbirine temas ediyor muhtarın, hanımının, telefonlunun, peruklunun, oyuncaklı veledin. Onlara inanmıyorum. Geride kalanların haykırışı apartman bahçesinin paslı tel örgülerinde eksilip dilimlenerek kulağıma saplanıyor: Prfsr bzmdr bzm klck.

Daireyi bir müzeye çevirdiklerini duydum. Muhtarın hanımı işletiyor, girenlerden “aydınlanma bedeli” olarak para alıyormuş. Korkut’un nerede olduğu belirsiz ama ölüp ölmediği kimsenin umurunda değil. Benim kim olduğum kimsenin, bu öyküyü okuyanın da, umurunda değil, değil.

Gelmesini istemiyorlar, gelirse öldüreceklermiş Korkut’u.


(Telefonlunun, peruklunun, oyuncaklının öyküdeki rolü de umurunuzda değil, varsa yoksa muhtarın hanımı, çocuğun ucuz oyuncak canavarı, öyle değil mi?)

No comments:

Post a Comment