Yeşaya 21 | Yeşaya 22 | Yeşaya 23
Çünkü Rab'bin, Her Şeye Egemen RAB'bin
Görüm Vadisi'nde kargaşa, bozgun
Ve dehşet saçacağı gün,
Duvarların yıkılacağı,
Dağlara feryat edileceği gün geliyor.
Tuhaf davranıyor bu sıralar. Uçtuğunu söylüyor, bayağı bir uçuyorum, diyor, ağzı yüzü ekşiyor andıkça olanları, üstüme saldırınca koyu kırmızı sırtlanlar sıkıyorum kendimi, bir dağa taşa kurda kuşa yaza kışa dönüyorum, içim eriyor, bazen erir hani, durduramazsın, durdurmamalısın, öyle oluyor tam da, sıktıkça kendimi şirin kanatlarımı kuşanıyorum, kaşınıyor kanat kıvrımlarım, havalanıyorum yerden. Haydi, diyorum, aşağılıklar, aşağıda kalanlar ısırın şimdi boşluğu, kıtır kıtır ölüm ölüm al al ısırın da göreyim, güleyim, tutamıyorlar beni, salyalı öfkeli parçalıyorlar cebimden düşeni, onun fotoğrafı bu, kötülük edenin. Dördü sivri dişlerini geçiriyor birer kenardan, en azılısı ortasını dağıtıyor görünenin. Boz bir günde oluyor olanlar.
Arkadaşlarının arasında hemen öne çıkardı Bozgun. Sivri burnu, çelimsiz yapısı, sırık boyu onu ele verirdi. Olmaması gerekenleri görmüştüm. Üç katlı apartmandı, yıkık döküktü, mahallenin bebeleri en üst kata, ışığın öldüğü koridora çöreklenmişti. Boncuk adlı koca gözlü bir köpeğin kafasına poşet geçirdiler. Düğümlediler. Kahkaha attılar. Kör karanlıktı. Sen de sık, sık dediler, Bozguncuk, öyle derlerdi, sık ki görsün havlamayı, elleri titredi Bozgun’un, yapamadı, bir tekme de o yedi, yapsana oğlum, erkek değil misin, mal. Bastırdılar köpeğin kafasına, vurdular, vurdular, kör karanlıkta tabii, ezdiler, püre ettiler ve kahkahalar. Havladılar, ya böyle işte, havladılar, uludular hatta. Köşeye kapandı Bozgun, ağladı. Karanlıktı, kördü, uludular, minik iniltiler ve sızılar dökülüyordu hayvandan kalandan. Burada, bu olan biten aramızda kalacak, anlaşıldı mı? Çakmağının aleviyle gözleri devleşti Burhan’ın. Aramızda kızlar olduğunu bilmiyordum, kemikli parmakları Bozgun’u işaret etti. Alıştıkça karanlığa gözler, daha da belirginleşti Bozgun’un çaresizliği. İşeyin üstüne bu kız çocuğunun, ibne bu. Aynı anda olması için, su şişelerini dipledi bebeler, Bozgun’un gövdesini lekelediler, güldüler. Açın, dedi, elini yüzünü, erkek olmanın ne demek olduğunu anlasın bu kızcık. Yarasa yavruları gibi şendiler, karanlığa ve umuda işediler. Saçlarından yüzüne aktı, diline damağına doldu, yaktı gözyaşıyla karışan. Tümü gitti, kaldı Bozgun ve Boncuk. Hâlâ titriyordu gövdesi hayvanın. Aldığı darbelerle son hırıltılarını çıkarıyordu. Sardı onu Bozgun, sıkıca sardı, sıktı, sıktı kendini de, yüzünü yaladığını hissetti Boncuk’un, kuyruğunu coşkuyla salladığını, koktuğunu neşeyle.
Bir müddet sonra evden kaçtığı haberi alındı Burhan’ın. Çok olmamıştı, belki iki ay kadar. Bebeler tedirgin oldular. Çıkamadılar sokağa. Başlarına bir şey geleceğinden korktular, besbelli. Sağda solda sırtlan türediğinden bahsettiler ana babalarına. Ekran başında dizi izleyen ebeveyn çocukları iteledi, siktir git evladım, dedi, daha az oyna bilgisayarınla, mal. Burnunu karıştırdı, fazla gelen faturaları nasıl ödeyeceğini düşündü, dizideki güzel kadın ve adamlara özendi, sevmediği eşini aldattı yine bir kez daha, bir kez daha, çocuk ısrar edince yapıştırdı şamarı, siktir git önümden, dedi, bak kibarca söylüyorum. Bebeler, söz verdikleri saatte buluştular. Artık Burhan olmadığına göre, dedi Bekir, benim liderliği üstlenmem gerekiyor. Hak verdi bebeler, sorgulamadan elbette. Bekir ilk talimatını verdi, Burhan’ı bulalım. Ben Bozgun’dan şüpheleniyorum. Bekir Abi, sırtlan meselesi ne olacak? Başlatma sırtlanına, ben hepimizin kabus gördüğünü düşünüyorum. Bir yerde okumuştum, oluyormuş öyle, toplu histeri gibi bir şey, öf, ne bileyim ulan ben, daha liseye yeni geçtim. Çok gerçekti abi, yeminle. O zaman Berk, bir bak bakalım sen abinin telefonundan, neymiş sırtlan. Özet geç. “Sırtlan, bilimsel şeceresiyle Animalia Bilateria Deuterostomia Chordata Vertebrata Gnathostomata Tetrapoda Mammalia Theria Eutheria Carnivora Feliformia Hyaenidae, boyu 1.80’e, yüksekliği 90 santime kadar, ağırlığı 40 küsurla 80 küsur kilo arasında değişen, saatte 60 kilometre hızla koşabilen, ömrü 20-25 yıl sürebilen bir hayvan. Yeryüzünde yaklaşık on bin yetişkin sırtlan kalmış. Tüyleri sarımtırak, taba, gri, kahverengi ve nadiren siyah olabiliyor.” Bekir Abi, bizim gördüklerimiz koyu kırmızı değil miydi, o renkte yok sanki. Boş verin bebeler, kabus bunlar. Birilerinin oyunu. Çözeceğiz. Bu gece giriyoruz o kanalizasyondan içeri, herkes geliyor, değil mi? Korksalar da evet anlamında salladılar başlarını. Ödlekler kalsın, sıkıysa tabii. Otların arasından gelen titrek sesler. Sessizliği bozanlar. Korkmayın ulan, karanlıktır bu, doğal yani. Berk, yüksek sesle söyle sırtlanın o tuhaf uzun adını da gevşeyelim. Söylesene lan, söyle. Abi, Berk yok, yok yani. Az önce sağımdaydı, yok, gitmiş. Uçmuş, yok.
Baba, Boncuk’u gördüm, kırmızılaşmış gövdesi ama o, vallahi o. Gördüm, gördüm baba. Babanın yanıtı belli. Sevimli bir tekme, çekil ekranın önünden beyinsiz. Kimin çocuğuysa bu, benim değil Allah’ıma, ben böyle salak mıyım, değilim, yok, değilim. Her evde olan bu, buna benzer şeyler. Ekipte bebe kalmadı. Babür ve Baha bir araya geldiler. Babür dalmıştı. Sürekli Boncuk’u görmekten ve arkadaşlarımızın kaybolmasından bıktım, bıktım Baha. Baha, meraklıydı. Babanın adı ne Babür? Nasıl, ne, baba baba işte. Babanın adı n’olacak başka? Yani, insan ismi yok mu, baba lakap gibi bir şey. Doğru, haklısın oğlum ama bilmiyorum, hem seninkinin ne? Şey, babamınki, baba, bilmiyorum ben de, yok galiba. Bir şey soracağım Babür, herkes nereye gitti? Kayboldular mı öldüler mi, ne oldu, sence n’oldu yani, korkuyorum. Ayrıca, niye hepimizin adı b harfi ile başlıyor, neyiz biz, lanetli bir kavim filan mı? Çok soru soruyorsun, bu iyi değil Baha. Korkuyorum Babür. Korkma oğlum, bir şey bilmiyorum ama adımın anlamını, hiç değilse, duymuştum. Hindistan aslanıymış. Orası nereyse oranın aslanı benim. O halde grubumuzun yeni lideri benim. Tamam mı kız çocuğu? Tamam, korkuyorum ben yine de Babür. Kızlar korkar aslanım, normal. Bebeklerin yok mu, sarıl geçer. Çantasından bebek sırtlan çıkardı Baha. Nasıl, güzel mi Babür? Minik bir sırtlan. Baha, sen nerede oturuyorsun, kimsin? Tebessümü Baha’nın. Benim kadar güzel Babür. Bizim kadar güzel, bak, kırmızı ve leş sever. Başına geçirilen karanlık poşeti görüyorum Babür’ün. Babür’ün titremesi. Dilini yutması ya da dilini al al kesen Baha’nın onu sonsuz bir uykuya uyutması. Yanımıza getiriyor Babür’ü de. Kafasını ez, diyorum Bozgun’a, çabuk. Çabuk, ruhu gitmeden. Sopamı yere birkaç kez vuruyorum. Karanlık ama görürüm ben. Göze gerek var mı, fazla söze? Bir süre sonra parçalanan kafalı poşetlerde hareketlenme başlar ve tebessümleri belirir naaşların. Dönüşürler sırtlana o kırmızılık içinde. Kuyruklarını sallayarak ölü gölgelerinin leşlerini yerler. Leş yedikçe leşlenirler, neşelenirler.
Yakılan mumların ışığında ellerini tutuyorum Bozgun’un, iyi değilsin, diyorum, evladım bir müddet dinlen istersen, görevin bu kadardı. Tuttuğun kadar not tuttun, malzeme topladın. İyi iş çıkardın. Baha sırtlana dönmüş haliyle yanımıza yanaşıyor. Uysal. Buradan gitmemiz gerektiğini biliyorum. Yıkım yakın, feryat kıyıda.
Bozgun’un bıçağı sırtımda. “Ey güçlü kişi, RAB seni tuttuğu gibi şiddetle savuracak. Top gibi evirip çevirip Geniş bir ülkeye fırlatacak. Orada öleceksin, Gurur duyduğun arabaların orada kalacak. Efendinin evi için utanç nedenisin! Seni görevden alacak, Makamından alaşağı edeceğim.” Kucaklıyor Boncuk’u. Yükseliyor yerden. Uçuyor. Haydi, diyor, aşağılıklar, aşağıda kalanlar ısırın şimdi boşluğu, kıtır kıtır ölüm ölüm al al ısırın da göreyim, güleyim, tutamıyorlar onu, salyalı öfkeli parçalıyorlar cebinden düşeni, benim fotoğrafım bu, kötülük edenin. Dördü sivri dişlerini geçiriyor birer kenardan, en azılısı -Baha- ortasını dağıtıyor görünenin. Görünmeyen etlerim çürüyor, tükeniyorum, artık kendi gölgemin leşini yiyebilirim.
Boz bir günde oluyor olanlar.