July 04, 2021

MAHONİ

 

Söylesem inanır mıydı, yolundan döner miydi, bilmem. Onu ne kadar sevdiğimi, ölesiye sevdiğimi haykırsam yüzüne, fark eder miydi bir şey? Bizi bir arada tutan onca sebep vardı: sadakat yeminimiz, çocuğumuz, o, acılarımızın benzerliği, yüzümüzdeki çizikler, kokumuzun bir diğerine sinmesi ve bu sinişin, tüm sinsi yönlerimizi süpürmesi. Bunları fısıldasam minik kulaklarına, öfkeli suratına, kıllı gövdesine ve ondaki derin kesiklere üflesem tümünü duracak mıydı? Hayır. 

Kasabamızın erkeklerini meydana topladılar kara bir günün akşamında. O günün hiç mavi gülümsemediğini, gri siyah bir surette üstümüze çöktüğünü anımsıyorum. Basıktı hava, asıktı suratımız. Kedimiz Mahoni, tırmalıyordu görünmez canlıları. Hırçınlaşmıştı. Boşlukta sallanan fare gölgelerini görmüştüm onun gözleriyle bakınca. Hafif kızarmış etleriyle, süslü kuyruklarıyla canımı acıtmıştı varlıkları. Daha bir hiddetlenmiş, etrafımda dönerek beni kuşatan imgeleri ısırmak istemiştim, kurtarmak evde kim varsa. Başımın ağrısı dinince Mahoni de bitap düşmüş, dibine sığınarak duvarın verdiği serinlikle sızısını dindirmişti. Açık kalmıştı musluğun suyu banyoda nedense. Kucak kucak akıyordu merdivenlerden aşağı çavlan misali. Üst kata çıkamıyordum korkudan. Gidersem banyoya, aynadan bir kez daha bakarsam geçmişe, görecektim o anı. Tıraş bıçağının jiletini parmak uçlarında evire çevire gezdiriyordun. Kapı aralığından sezmiştim bunu. Su açıktı. Aynadan seni gördüm sonra, aynada, ayna seni, aynı seni. Jileti, uzattığın dilinin etli uç kısmına batırdın usulca, kırmızılaştı mor et. Ağzına akan bir damlayı dahi heba etmedin. Sana ait allığı yudumladın. Büyük bir hazla titrediğini anımsıyorum. Kanım dondu tabii, uzaklaştım oradan. Çıktığında duşunu almış, yanlışlıkla dilini ısırdığını söyleyerek tebessüm etmiştin bana, Mahoni’ye; Baran’a -çocuğumuza bakmıştın tiksintiyle. 

Baran’ın tuhaf özellikler gösterdiğini daha o çok küçükken anladım. Erken doğum nedeniyle çeşitli anomaliler vardı vücudunda. Burada tıbbi açıklamalarına girip bunaltıcı olmak istemem. Yemek borusunun tıkalı, gelişmemiş olmasından tutun da, boyun bölgesinde ve akciğerlerinde kiste kadar her türlü melanet sarmıştı küçük bedenini. Bunlarla baş etmeye çalıştım, normal olmasa da nefes alabilen bir canlı görünümüne kavuşabilmesine gayret ettim. Sen yoktun bunların hiçbirinde. Küçük bir yaralı kargayı andıran Baran’ı görünce tadın kaçmıştı. Doktorların felaket senaryoları, hemenölürleri, yaşamasıbilemucizeleri, onuiyiyaşatınları, işinizzorları seni bambaşka biri kıldı. Baran katı gıdalar yiyemiyor, su dışında içecek tüketemiyordu. Kulakları duymuyor, gözleri kısmen seçiyordu nesneleri. Onca ameliyattan sağ çıktık, ben de öldüm öldüm dirildim. Ölse, dedim, ölse, sonra, tövbe, dedim. Ölmesin, hep olsun, ben öleyim. Kara yazım, tuhaf öyküm, çelimsiz varlığım ölsün, yok olsun, yok olsun. Geceleri arttı ağrıları Baran’ın, benim gövdem de seni istedi, etlerim iştahla kabardı ama yoktun. Parmak uçlarıma kirler birikmişti, temizleyemedim, sanki hiç olmamıştım, yoktum. Yoktun. 

Meydanda toplanan erkekleri çırılçıplak soydular. Astılar ağaç dallarına, can havli seviyesinde, kütüklerin üzerinde. Ben göremesem de Mahoni’yi yolladım, o benim için görür, işitir, anlatır bana olanı. Üstlerine tazyikli su tuttular. Tekmeler, tokatlar, yumruklar, akan alları götüren sular. Sizi, sizi, dedi lideri grubun, öldürmediğime şükredin. Büyük bir yağmur çıktığını söyledi Mahoni. Konunun özünü anlayacakken çıkan bu yağmur tufana dönmüş. Liderin ağzına saplanan bir dalla süzüldüğünü sezmiş kedim. Mana verememiş olan bitene, mantık aramış, yok, sırrı çözmeye çabalamış, nafile. Çıplak erkekleri çözmüş var gücüyle, ısırmış ipleri, kütükleri devirmeden titreyen bacakları sarmış, ısıtmış ıslananları. Uslananları sarmalamış. Tufan dinmiş derken, mavi sarı belirmiş gökteki sıcaklık, iri erkek gövdelerinin yaralarını emmiş, iyi etmiş, almış ağrılarını kedim. Bana böyle anlattı. Sadece o iyi değildi, dedi. Onun neden böyle olduğunu anlamadım. Derman bulmadı, gözlerinin feri gitmişti. Aynı kişi değildi, ardımda sürüklediğim, boynundaki ipini ısır ısır eve getirdiğim bu adam, aynı canlı değildi, asla değildi. Mırlamadım onu taşırken, daha çok bir korku, keder ve şüphe aktı içime. Sivri dişlerimi geçireyim karnına, dedim ama vazgeçtim. Sizi, sizi ayırmak istemedim. Ağzının kenarından beyazlıklar fışkırdı Mahoni’nin. Sakinleşti, duruldu, sustu. 

Baran’ın ertesi sabah normale dönmesine ne demeli o hâlde, Mahoni’nin beyaz bir ölüme ulaşmasına, senin bedenen güçsüz düşmene, elden ayaktan kesilmene ne söylemeli? Bana kalırsa ruh göçü gibi bir şeydi bu yaşanan, Mahoni’nin gövdesinde bu zamana dek konuşan Baran’dı belki, o gece Mahoni’nin bedeninden kendi bedenine dönüş fırsatı bulmuş gibiydi. Bunun olması için acaba senin tükenmen ve onun gazabına uğraman mı gerekiyordu? Bunlar gerçeklikten uzak, film senaryosu tadında geliyor kulağa. Olmaz böyle saçma şey. 

Mahoni’nin naaşını özenle kaldırdım yerden, temiz bir çarşafa yerleştirdim, ağzını temizledim, kalkan kaşlarını, kıvrılan bıyıklarını okşadım. Çarşafı kefenleştirerek kedimi içine dertop ettim. Bahçeye gömmek isteğiyle dışarı yöneldim. Orada yanı başımda bitti Baran. Işıl ışıl gözleriyle seslendi: Ben Mahoni. Baran’ı gömeceğiz. Titredim. Öpmeye başladı ellerimi. Dudaklarının ıslaklığıyla gülümsedi. Onu da gömeceğiz merak etme, diğerini. Biz kalacağız nihayetinde. İkimiz. Bayılmışım. Kendime geldiğimde Mahoni’nin bana tohumlarını saçtığını biliyordum. Bunun başıma geleceğine emindim zaten. 

Çaresiz gözlerle bize bakıyordun. Konuşamaz, duyamaz, devasız bir Baran’dın olsa olsa. Bana ve Mahoni’ye kayıyordu az görür boncukların. Mahoni karnına oturdu senin. Ağzını açtı, güçsüz dilini çıkardı. Jileti, uzattığın dilinin etli uç kısmına batırdı usulca, kırmızılaştı mor et. Ağzına akan bir damlayı dahi heba etmedin bu hâlinle. Sana ait allığı yudumladın. Büyük bir hazla titredin. Kendi ölümünü içmek. Haydi, dedi Mahoni bana, ona en büyük hazzı yaşatma zamanı. Ne istersin, ne olsun ona? Gülümsedim. Ölse, dedim, ölse, sonra, tövbe, dedim. Ölmesin, hep olsun, ben öleyim. Kara yazım, tuhaf öyküm, çelimsiz varlığım ölsün, yok olsun, yok olsun. Mahoni’nin yüzü düştü, çocuk gövdesindeki elleri karıncalandı. Sizi, sizi, dedi Mahoni, öldürmediğime şükredin. 

Mahoni’nin ağzına saplanan bir dalla süzüldüğünü görüyorum şimdi. Baran’ın dalda boşluğa sallanışını. Benim Mahoni’ye aşık olduğum açık, sana değil. Gidiyor dalla süzülen Mahoni. Söylesem inanır mı, yolundan döner mi, bilmem. Onu ne kadar sevdiğimi, ölesiye sevdiğimi haykırsam yüzüne, fark eder mi bir şey? Sen, bizi bir arada tutan sebeplerden biri miydin? Dilime saplanıyor jilet. Siniyor sinsi. Paslı, ölümcül bir kesik. İçim akıyor. Kucak kucak akıyor merdivenlerden aşağı çavlan misali. Kırmızı. Mahoni bir kedi. Ben neyim?

Olmaz böyle saçma şey.





No comments:

Post a Comment