August 08, 2011

Su

Suyu, yudum yudum içerdim. Kana kana. Bilirdim, içmezsem ölürüm. Vücut ağırlığımın yaklaşık yüzde yetmişini oluşturan sıvı da suydu. Yüzde yetmişim sularla kaplıydı. Kendimi, ıssız bir adada hissetmezdim, kendimi ıssız bir ada gibi hissederdim. Çevresi sularla kaplı. Kıyılarım, sular altında. Suyu döktükçe boğazımdan, ıssız adada sağanak hızlanırdı. Su, boğum boğum süzülürdü, yutaktan mideye dek inerdi. Adada, tufan görünümlü bir fırtına feryat ederdi. İç organlarıma dek ıslanırdım. Paslanırdım. Arkama yaslanırdım. Suyu suya eklerken, biraz daha susadığımı duyumsardım..

Babamla konuşmazdım. Sahi bir yaratıcım olmalı değil mi? Baba. Su, eklemlerimi kayganlaştırırdı. Babalar ve analar, birer birer bırakırlardı şehvet tohumlarını yeryüzüne kayganlaşan eklemleriyle, Her inilti, bir nefret. Baba? Tohumlar, spor yoluyla çoğalırdı. Sonra tohumları sulardı birileri. Geleceğin bireyleri hummalı rezilliklerle sınanır, ikiyüzlü ezikliklerle donatılırdı. Deneyleri, bilim insanları yapmaz yalnızca. Ebeveyn, nice ameliyatlara imza atardı günler içinde. Küçük canlı, nefes almak için dahi izin alırdı. Ameliyat masasından otopsiye uzanan yola, ilk olarak hanelerde müşahede edilirdi. Her hane, bir morgdu esasen. Her hane, aslında bir bahane. İçim buz tutardı. Suyun donma noktası, sıfır derecedir.

Baba, oğluna sarılırdı. Otobüs, ozon tabakasını dele dele yola devam ederdi. Oğul, buz gibi olurdu. Baba sorardı, nereye gidelim? Oğul, muhtemelen yaşıyor olurdu. Boş gözlerle etrafa bakıp, evet derdi. Soru ve cevap uyumu, edebiyat derslerinde öğretilen bir şey değildi. Soru ve cevap birdir, tek cümledir. Soru cevaptır, cevapsa soru. Bize soru sormayı öğretmezlerdi.Oğul ne soru sorulduğunu ne de cevap verdiğini anlayacak yetideydi ve belli belirsiz gülümserdi. Şoför, kendisine küfreden yolculara, bildiği tüm küfür tamlamalarını zevkle, içtenlikle, içten içe sunardı. Otobüs, soğuk olurdu. Oysa ki, su soğuk havalarda ısıyı muhafaza ederdi. Etmeliydi. Oğul, yıllar evvel sürüklendiği morg çekmecesinde, donmuş halde dururdu. Ne kadar kardeşi varsa, o kadar çekmece olurdu. Havada yaşam kokusu olmazdı.

Dışarı atardım kendimi. Ayak tabanlarımın, yürümekten pestili çıkardı. Sonra, koşardım. Sonra nefes nefese kalırdım. Sonra, sonranın olmadığını anlardım. Sonra hiçbir zaman olmazdı, zaman hep şimdiydi. Yaşarken “sonra” yaşamak mümkün değildi, “şimdi ve burada” yaşanabilirdi her ne olursa. Sözcükler, aldatır. Sözcükler, efsunlardı. Tüm yazılan sonralar, birer şimdiydi. O halde şimdi, susardım. Gider bir sokak çeşmesine ağzımı dayardım. Metalin, küflü, paslı ve kekre tadı canımı acıtırdı. Su, pis kokardı. Lağım suyunun lezzet ikizini tadardım. Şimdi, suyu içerdim. Şimdi, ağız dolusu tükürürdüm. Su, bağırsaklarda biriken artık maddenin dışarı atılmasına yardımcı olurdu. Su, şifa demekti. Su, pis kokardı burada. İçen, tükürürdü. Şifalı su bulmak kolay değildi.

Yirmili yaşlardaki binlerce ceset, çekmecelerinden alınırdı. Bedenler kaskatı kesilirdi. Binlerce cesedi sokağa salan  binlerce ceset. Gelenek böylelikle yaşatılagelirdi. Her ceset için, bir nefret istiflenirdi. Nefretli fertler yetiştirmek, meziyet kategorisinde ele alınırdı. Su, hücrelerin beslenmesini ve yaşamına devam etmesini sağlardı. Cesetler, ilk hane dışı soluklarını alırken, yeryüzü sancılar içinde kıvranırdı. Arzın rahminden, tohumlar fışkırırdı. Din, dil, ırk, cinsiyet, kültür. Cesetler, vahşete susamış bir halde saldırırlardı tohumlara. Kim ne koparırsa kâr kalırdı yanına. Kimi, böl derdi. Susardı, kimi.

Su, iki hidrojen bir oksijen atomundan oluşurdu. Bunu, herkes bilirdi. Genellemeler, tehlikeli olsa da işe yarardı. Havadaki oksijeni içime çekerdim. Ciğerlerimi doldururdum. Sudaki oksijeni de içime çekmek isterdim. Yüzgeçleri olan bir balık gibi suyla bütünleşirdim. Lıkır lıkır oksijen. Fıkır fıkır yaşam. Oh, derdin sen, dünya varmış. Dilim damağım kururdu. İçimdeki barajın bentleri, sel sularıyla darmaduman olurdu. Gözlerimden, tuzlu bir su düşerdi. Tenim, buz kesmiş halde olurdu. Kanım, çekilirdi arklarından. Gözlerimden, kanlı bir su düşerdi. Kana kana. Adanın dört bir tarafı, kanla dolardı. Zaten su, kanın yeterli hacimde olmasını sağlardı. Derken, an sonrayı gösterirdi. Zaman mefhumu, yiterdi. Bellek, duyu, dimağ işlemez olurdu. Kan kırmızı bir balık, sudan özümsediği oksijeni içine çekerdi. Deniz, dalgalanırdı. Ada, adına yakışmayacak ölçüde sallanırdı. Ürperirdim. “Sonra” denilen zamanda, binlerce ceset, kanlı sudan çıkıp üstüme doğru ilerlerdi. Cesetler, kan ve terden mürettep olurdu. Kan ve ter, sudan. Babam seslenirdi, nereye gidelim? Sonra derdim: Beni denize götür.


=================
18.09.2010 05:01:49

No comments:

Post a Comment