Senin bana anlattıklarını dinlerdim Metin, söylediklerini ihmal etmezdim. Bu acımasız hayata isyan edişini pürdikkat takip ederdim, emin ol. En çok da uzun, sivri burnuna bakardım. Aslında umumiyetle burnunu takip eder, onu dinlerdim. Tabii, burun deliklerin benim için birer göz olurdu o anlarda, yüzünün doruklarına ters yüz inşa edilmiş birer kuyu olan bu burundan gözlere içtenlikle bakardım. Sefa ile başın beladaydı, dinliyordum. Ben de tanıyordum Sefa’yı. Kuşçu. Sefa, kötü bir adamdı ama kuşları dünyanın en güzel şeyleriydi sanki ya da bana öyle gelirdi. Ayak bileklerinden serpilmiş kırçıl renkli tüyleriyle takla atarlardı kuşlar, tüyleri saçılırdı havaya, özgürleşirlerdi. Özgürleşen ya tüylerdi ya kuşlar. Sonra, Sefa tümünü karanlık kafeslere kapatırdı, bir ıslık sesiyle yuvalarına sığışırdı onca koyu gölgeli kuş. Bu anlar bizlere rüya gibi gelirdi, seninle planlar yapardık, kuşlarla dolu bir çiftliğimiz olacaktı, bu sayede ben de içi çiftlikle dolu dev bir kuş hayal edebilirdim, fazla hayalciydim, biliyordun bunu. Kuşum süzüldükçe tüyleri arasından çiftlik hayvanları savrulacaktı tüy tüy. Düşünüyor, gülümsüyordum.
Sefa’nın sana neler ettiğini anlattın. Niye ettiğini anlattın. Burundan gözlerin ıslanmıştı. Sola taranmış özenli saçından birkaç tel koptu kopacaktı, sen büyük bir insan kuşu olmuştun Metin, tüylerin hüzünle parlıyordu. Dinliyordum. Sefa’nın kuşlarının kilitli olduğu kafesi patlatmış insafsızlar, kuşları araklamışlar, kala kala cılız, öldü ölecek bir kuş bırakmışlar. Sefa dellenmiş, bu işi kimin yaptığını bulmaya ant içmiş. Kaşı gözü seğirmiş bu olaydan sonra. İçindeki daimi öfke harekete geçmiş, onu frenleyen kuş sevgisi bitmiş. Sen iyi bir insandın Metin, hayatta görüp görebileceğim en iyi insandın. Dört kız kardeşin vardı, nasıl söylesem, küçükken ne haşarı şeylerdi. Çocuktular işte, masumdular, cahildiler. Adları neydi sahi? Meryem, Megri, Deniz, Yeliz. Onlara sahip çıkamadın, yapamadın bunu Metin. Nasıl olduysa Sefa senin yaptığına hükmetmiş hırsızlığı. Sinirlenmiş ve sol yanak çukurunda bir öfke yumrusu belirmiş. Günlerce senin yollarını gözlemiş, bunu hissetmişsin. Evinizin duvarı virane tek katlı bir apartman kalıntısına bakar. Balkon namına bir çıkıntı vardır pencerenin kenarında. Balkonun orada geceleri kara suretler görmüşsün, kanın çekilmiş ama korkmamışsın. Seni büyük parkın civarında takip etmiş meğer Sefa günün birinde. Arkandaymış, ansızın kendini belli etmiş, önce gölgesi dokunmuş sana, bedenine karışmış. Senin yürüyüşünü severim Metin. Hakikaten hastalıklı bir kuş gibi öne doğru kımıldar kafan, burundan gözlerin körelmiştir, hayat senin tüylerini ağartmıştır. Önce gölge sonra sarmaşıktan eller dolanmış boynuna. “Neden yaptın?” demiş Sefa. Sen anlattın. Yapmadın sen, sana inanıyorum. “Sen yaptın!” demiş ve seni tokatlaya tokatlaya mahalleye kadar sürüklemiş Sefa. Kan toplamış beyaz yüzün, acımış, ağlamışsın yol boyunca. Sen yapmadın, inanıyorum sana. Senin için en zor kısım aşağı sokaktan sizin mahalleye yükselen yetmiş üç basamaklık merdiven olmuş. Normalde tazı gibi koşar, kuş gibi uçarsın bu yolu. Düzensiz aralıklara takıla takıla, yara bere içinde, tokatlanarak evine kadar uğurlanmışsın. Dinliyordum Metin. Hâlâ burundan gözlerin şiş içindeydi. Anlatıyordun ama bu kez duyduklarını, ağrıdan sızıdan evden çıkamamıştın. Şunları duymuşsun: Ertesi gün Sefa o tek kalan kuşu eline almış, kuşun tüyleri solgunmuş. Yokuşun dikleştiği noktaya yürümüş ve mavi çöp tenekelerinin kenarındaki boş arsaya geçmiş, bağırmış, mahallenin tüm gençlerini toplamış, bağırmış, bir daha, demiş, kim yaparsa böyle bir şey, sonu ölümdür, de demiş ve eklemiş, bu kuşun adı Metin’dir. Elindeki acımasız bıçakla hayvanın gözlerini deşmiş. Süratle. Bana bunları anlatırken ağlıyordun. Burundan gözlerin kabarıyor, tuhaf şekiller alıyordu. Sen dünyanın en iyi insanısın Metin ama kardeşlerin… Fazla hayalcilerdi, benim gibi.
Öfkesi dinmedi Sefa’nın. Bunları ben gördüm bu kez Metin. Sana ben anlatıyorum. Beni dinle. İyi değilsin, acı çekiyorsun. Beni de takip etti Sefa. Bunun olacağını gün gibi biliyordum ama ben korkarım Metin. Tabiatım bu. Korkarım. Üstünde siyah bir mont vardı, anımsıyorum. Hava soğuktu, ucuz bir atkı ile korunuyordum. Peşimden sinsice yaklaşıyordu. Hızımı artırıyordum, çok da belli etmemem gerekiyordu takibi fark ettiğimi. Tabii, kendimi önemli biri gibi de hissettim. Ben ender bulunan bir çeşit insani kuşum ve takip ediliyorum dünyalı kuş bilimciler tarafından, diye hayal ettim. Evlerin ışıkları yanmaya başlamıştı. Seni düşünüyordum Metin. Hayır, yalanım yok, kardeşin Megri’yi, yani aslında ikinizi de. Sana söyleyemiyordum. Evim senin evinden yaklaşık yedi mahalle yukarıdaydı ve tehlikeli kestirme yollardan gidildiğinde eve sekiz dakikada varabiliyordum. Sefa’nın bu gizemli yolları öğrenmesine müsaade etmeyecektim. Kat edilebilecek tüm saçma yolları yürüdüm. Peşimi bırakmıyordu Sefa. Sessizce adımlıyordu yolları. Bir dönemeçte ona bakabildim, tatmin olmuş bir ifade vardı yüzünde, öfke görememiştim. Tuhaftı. İleride iki farklı mahalleyi birbirine bağlayan bir çukur yol gördüm, çamur içinde kaldı elbiselerim. Artık geride kalmıştı Sefa. Rahatlamıştım. Sanmıştım. İşte karşımdaydı yolun öbür kıyısında. Gülümsüyordu. Herkesin bildiği kestirmeler farklıdır, demek ki dedim, özlü bir söz sarf ederek.
Şimdi de senin öfken dinmeyecek Metin. Dinmeyecek. Sen, dünyada tanıdığım en iyi insansın. Ben öyle değilim. Hayalci değilim. Sana hep sözünü ettiğim içi çiftlikle dolu dev kuşu bir çocuk kitabında okumuştum, gülmüştüm, böyle kahkaha atan zalim adamlar gibi yapmış, yere uzanmıştım. Ters dönmüş bir hamam böceği olmuş, bacaklarımı kollarımı hareket ettirerek gülmeyi sürdürmüştüm. (Bunu aktarırken bile hayal gücüm devrede ama olmaz, ben kötüyüm.)
Öyle tahmin ediyorum ki bu bıçağı tanımazsın. Ya o can çekişen kuşun gözlerindeki bıçak desem? Anladın. Çalınan kuşlar? Anladın. Senin üstüne atılan suç? Anladın. Korkmaya başladın sanki, korkma. Seni dinliyorum. Hayat acımasız. Pürdikkat takip ediyorum dostum. Kardeşlerin? Anlamadın. Megri’yi seviyorum, Sefa da Deniz’e vurgun. İnanmıyorsun değil mi? Mektuplar gelmedi mi Megri’ye? Ağladın, ağlıyorsun. Bıçağa bak. Bana burundan gözlerinle bakmayı bırak.
İyi insanlar Metin, iyi ölümleri hak ederler ve Sefa, kötüler aslında ölüdürler. İkinize de anlatıyorum bu kez, son kez: İki farklı mahalleyi birbirine bağlayan çukur yolu iyi bilirim. Orası burası. Birbirinize biraz daha sokulun. Anlamadım? Yanaşın. Duyamıyorum. Özür dilerim Metin, burundan gözlerini kesmek zorunda kaldım. Sefa, sen de beni mazur gör. Akşamları sokağın ışıkları bu kaygan toprağa böylesi düşüyor. Nasıl manzara? Sen göremezsin Sefa. Senin görme aygıtını Metin’den alıntıladığım burundan gözlerle donattım. Burada ‘alıntılamak’ sözünü sevdiğim için kullanıyorum. İkinizi bir diğerine, koyu gölgeli bir sarmaşıkla bağladım. Açmaya çalışmayın, olmaz. Şimdi sadece hayal edin bizi, siz ikiniz dev bir kuşsunuz, ben de solgun gölgeniz. Cebinden çıkardığı kuş tüylerini saçıyor üzerimize, diyorsun Sefa. Demek, sahiplendin Metin’i. Metin, sen iyi bir kuşsun. Çukur yolun dört bir yanı mezarlarla kaplı. Birazdan gireceksiniz, eğer uçamazsanız. Megri’yi seviyorum. Megri nasıl bir isim? Başka bir dilde çok şey ifade ediyor: Ağlama. İşte Megri de geliyor. Kardeşim, yardım et, diyorsun bir şekilde, soluğun kesilmek üzere Metin. Kardeşlerin hayalcilerdir, benim gibi, demiştim. Anımsadın mı? Bir dakika, Megri dur, yapma.
Megri, bana saplıyor elimdeki bıçağı alıp. Güzel düşünce. Akıcı kırmızı sular fışkırıyor belimdeki yarıktan oluk oluk. Kırmızı saldırı. Büyük hayal. Kısa kesimli saçının önündeki perçemler tüyleşiyor, kabarıyor, kararıyor Megri’nin. Seni seviyorum Megri. Belki senden evvel adını seviyorum. Bu arada, önemsiz ama, ölüyorum. Bu arada Deniz de göründü. Bu arada tutun ellerimden ayaklarımdan. Güzel. Metin, Sefa ve ben aynı sarmaşıkla kenetleniyoruz. Şimdi daha büyük bir kuşuz kuşkusuz. Olanca dürüstlüğümüzle bildiririz ki biz üçümüz, dev bir kuşa dönüştük. Bu sefer kesinlikle uçabileceğimize inanıyorum. Megri, üstümüze döktüğün yakıcı siyah su galiba. Deniz, sen uslu bir düşsün. İzin versen de bir uçmayı denesek, ha Megri? Başarısız. Uçamıyoruz. Hem belki kuşlar uçmuyordur da insanlar yürüyordur, ha Megri, ha Deniz, ha insanlar, ha kuşlar, ha ha ha? Ha? Yahut uçmak yoktur. Kuşlar havada biz yerde yürüyoruzdur. Yahut karada uçmak vardır sadece. Kuşlar bizi kıskanan sakat yayalardır. Yahut. Ya ha ha ut. Sevgili Megri, kessen bizi biraz daha, budasan, şeklen de kuşlaşsak, kessen burnumuzu, gözlerimizi, ellerimizi kıtır kıtır kessen, ben böyle bir kesim isterim, yakmasan, ben istediğim şekilde kestirsem. Herkesin bildiği kestirmeler farklıdır, yakmasan, anlasan, ağlasan.
December 18, 2015
MEGRİ
Labels:
Öykülerim
Location:
Gözlükule Mahallesi, Türkiye
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment