Köyümü özledim, dedi. Yaylalarını, doğal güzelliklerini,
berrak suyunu, daha nelerini nelerini özledim. Burnumda tütüyor nenem, dedem,
komşular. Kazlar, cücükler, inekler, kuzular, hepsi, tümünü özledim. Köyüne
gitti. Uzun, kıvrımlı yollardan, ter ve idrar dolu yol üstü lokantalarından,
vedalardan, horultulardan, ucuz kek paketlerinden, bitmek bilmez geceden geçti,
gitti köyüne.
Genişletmiş ana yolu devlet, tarlalarından beşer metre
yitirse de para almış yolun iki yanındaki evler. Bebeler gürbüzleşmiş, satılan
kutu gofretler daha bir leziz olmuş sanki o hizadaki iki bakkalda, daha bir
alımlı olmuş o evlerin sahipleri. Kadınlar caka satar olmuş kollarındaki
bileziklerle, bebeler bakkallardan canları ne isterse almış, oh. Köye giden
minibüste bunları dinledi şoförden. Seni de özlemişlerdir, dedi şoför,
gülümsedi, hayırsız çıktın, dönmedin üniversiteden sonra. Kim bu len? Başı
örtülü Hüso Nene’ydi seslenen. Öldü ölecek sanki. Elindeki poşetin ağzı
bağlıydı ama iki horoz vardı içinde ve poşeti çoktan didiklemişti hayvanlar.
Kim bu? Hüso Nene, dur bir bakayım yüzüne, dedi. Kerimlerin torun değil mi bu,
vefasız olan? Tuh, iblis. Niye gelmedin senelerce, hangi yüzle dönüyon şimdi?
Öp ellerimi. Damarlar vardı ellerinde, koyu yeşil. Kahverengi benekleri birer
çöl lekesi gibi serpilmişti bunların arasına, öptü ellerini. Ot kokuyordu,
tereyağı, biraz ter. Midesi bulandı. Nene iki yanağını öptü sulu sulu. Oh,
dedi, oh pek büyümüş iblis. Geç bakayım yerine.
Köy evi. Değişen bir şey yok. Bir göz daha eklenmiş sağ
yana. Kapıda bağlanmış yeni it. Adı Dino.
Nasıl isim bu? Tezekten yapılma bahçe duvarlarının dibindeki ağaçlar boy vermiş,
yemişler var uçlarında. Köpek havlıyor, hoşlanmadı ondan. Köpeğin dişleri
sivriliyor, tüyleri kabarıyor, çenesi gerilmiş bile. Nenesi zor yürüyor,
özledim, diyor, seni nasıl özledim vefasız, eşoğlueşek, hayırsız. Gözlerinden
yaşlar akıyor, iyice kısılmış hayat ekranı. Gel, içeri gir, nasıl özledim, dağa
taşa adını haykırmaktan, yayla yolunda seni aramaktan yoruldum, gelmeyeceksin
sandım, gittin dedim ama geldin, hoş geldin torunum. Sardı onu, sıkıca,
boğasıya. Geç, içeri otur, deden de gelir. Şehre kadar gitti, birkaç öteberi
vardı alınacak. Geç, soluklan, nasıl geçti yolculuk, kurban olayım, oy, kurban
olayım seni yaradana.
Patates tarlası. Kapıdan çık, sağa dön, bir sağ daha, yüz
metre yürü. Kuşlar havalanır, onları geç, uçuşsunlar iri gagalarla. Patates
tarlasına, yeşilliklerin arasına uzan, geçmişte olduğu gibi. Bazılarını
kemirmiş böcekler, fareler, haşereler. Olur böyle. İşte nenen gençleşmiş kırk
yaş, saçından kavradığı gelinini bahçeye çıkarıyor, izle. Kafasını güneşte
kurumaya bırakılmış, henüz sertleşmemiş tezek yığınına sokuyor. Gelin, gelin,
Allah belanı versin, sen oğlumu mahvettin, bana düşman ettin, diyor. Oğluma bir
evlat veremedin, tuh, şeytanın dölü. Yengenin yüzü pisliğe bulanıyor, kirli
akıyor gözyaşı, direnmiyor, yapamaz bunu. Kaçıyor patates tarlasına iki kız.
Birbirine sarılıyor. Biz evlat değil miyiz, diyor küçük olanı, iç çekiyor. Yem
ederim köpeğe, ahlaksız, git yemeği hazırla. Toparlanıyor yengen, elini yüzünü
yıkamaya çalışıyor, çocukları dizlerine sarılmış, güneş çoktan geceye karışıyor.
Yengen patates tarlasına, senin yanına uzanıyor. Gece, diyor, güneşin yokluğu
mudur? Yüzünde lekeler, yüzünde öfke. Özlüyorum, diyor, şehri özlüyorum, hiç
gitmesem de. Bana anlatılanlardan öyle bir şehir kurdum ki hayalimde, öyle
güzel ki... Tezek yok, kir yok, çamur, nefret, ön yargı, çile yok, yok.
Rahatlık var, hazır yemekler, güzel kıyafetler, aile saadeti, hayat var, güneş,
ışık var, var değil mi? Özledim. İnsan görmeden, bilmeden özler mi? Kocaman bir
bıçak var elinde, saçaklarından yolduğu patatesi soyuyor, toprak kokusu, irili
ufaklı böcekler kollarında geziniyor, gülümsüyor. Deşiyor patatesleri, oyuyor
içlerini, havlıyor köpek, gece oluyor.
Kediler eteğine dolanıyor nenenin. Çenesinde birkaç tutam
ölüm akı türemiş. Öksürüyor. Deden gelir şimdi, o yokken onu özlüyorum. İnsan, özleyen hayvandır. Gülümsüyor.
Sacın üstünde ekmek çeviriyor. Koyuluklar ekmek üstünde hare hare beliriyor. Nenenin
gözleri kapanıyor, ekmekler yanmak üzere. Kediler sacın üstünde miyavlıyor-nasıl
çıktılar oraya, patileri eriyecek, uf uf yapıyorsun, kaçışıyorlar. Deden içeri
giriyor tahta kapıyı tekmeleyip. Oy, diyor, oy torunum, hoş gelmiş, anam babam
benim. Başındaki kasketi yuvarlanıyor, kediler tırmıklıyor şapkayı. Bu, yine
uyudu mu? Öfkeleniyor deden, senin bu nenen öldürür adamı, yani hakikaten
öldürecek bir gün, yakacak evi. Bunun genç olduğu, diriliğiyle ruhumu tutsak
ettiği günleri özlüyorum yahut da bunun dırdırından kaçıp dama çıktığım,
yağmurun beni sırılsıklam ettiği, öksürdüğüm, hasta olduğum, yataklara düştüğüm
günleri özlüyorum. Özlüyorum torunum, elimde değil. Nenen diriliyor, sen, diye
kaş çatıyor dedene, Hüso denen şıllıktan mı geliyorsun yoksa, yoksa yine mi ona
gittin şehre diye çıkıp, dedende öfke, dedende nefret. Elindeki poşeti
savuruyor ortalığa, kıtlama şeker poşeti, biraz kaçak çay, gofret ve azıcık kaymaklı
lokum saçılıyor yanık kokan odaya. Çürüyen ekmeklere sürüyor lokumları nenen,
sağ el parmaklarını kaşıyor. Köpek havlıyor dışarıda, hayırdır, diyor deden.
Kim bu saatte? İnleme sesleri köpeğin. Kapıyı açıyor, yanındasın. Köpek
hareketsiz, ölü. İki küçük yavrusu gövdesine sarılmış, çaresizce inliyor. Yorgunum,
diyor deden. Kalk, yatakları ser, uyuyalım hanım. Nenen derin uykuda, ekmekler
kömür, kediler çay, şeker, lokum, gofret parçalarını öfkeyle tırtıklıyor.
Pantolonunu indiriyor deden. İçliğinin griliği. Neneni kucaklıyor. Ağırlaştı
bu, tövbe, diyor. Bakamaz oldum buna ben, nenenin dizlerini geçen lastik
çoraplarının derisinde bıraktığı geçmez iz. Kapıyorsun gözlerini, ayıp.
Özledim, dedi, yaşamayı özledim, doğru düzgün ölmeyi,
geçmeyi içinden yaşamın, özledim.
Köyümü özledim, dedi. Öykümü özledim. İhaneti, kaçışı,
derede boğulduğum günü, daha nelerini nelerini özledim. Burnumda tütüyor ölü
gövdemin suda yükseldiği gün. Ağlayan nenem, yengem, dedem, deli kızın ölüsü,
hepsi, tümünü özledim. Köyüne gitti. Şişt, kaldır kollarını şampiyon, diye
bağıranların arasından, ona dokunmak isteyen aptalların, yeni filizlenen
gövdesinin başına açacağı belaların, derenin zift rengine büründüğü günün
içinden, bitmek bilmez geceden geçti, gitti köyüne.
Nenesi çıkardı sudan, sardı
onu, sıkıca, boğasıya, feryat etti, kurban olayım, oy, kurban olayım seni
yaradana, dedi ve hiç konuşmadı o günden sonra.
No comments:
Post a Comment