YOLU İKİYE BÖLEN
otların üstündeki yaşlı koltukta oturmaktan yorulmuştum.
otların üstündeki yaşlı koltukta oturmaktan yorulmuştum.
Senden kaçmak için epey çaba harcamıştım. Bak, hâlâ
peşimdesin. Bak, yol kenarındaki evleri yıktılar. Ele ele yürürdük buralarda.
Korkuyorum derdin, derdim korkma. Sessizleşirdi sokaklar. Döküntü hânelerde
bebe sesleri doğardı. Ben –neye- tahammül edemez, küfrederdim. Yolu ikiye bölen
otların üstündeki yaşlı koltuğa otururdu Kemal Amca. Sararmış atletinin içinde
yalnızdı. Gökyüzüne kaldırırdı başını, ağzını açardı biraz, anlamaya çalışır,
öksürür, bacaklarındaki yaralara indirirdi gözlerini. Köpekler gelirdi sonra,
sen korkardın. İçten içe ben de tırsıyordum aslında, tüylü varlıklarını
okşarken tedirgin oluyordum. Bazılarının memeleri sarkıktı, yavruları keskin
dişlerini gösteriyordu. Asfalt yolun ortasına serilenler vardı, korna seslerine
aldırış etmiyor, ölümü ısırıyorlardı sanki. Seninle buralardan geçerdik, bana
biraz daha sokulurdun, gülümserdim, koşardık yağmur yağdığında. Sığınırdık
kaçak kömürcü depolarının saçaklarına. Kışsa çürürdü hayat bu kokuyla, kenarda
bir köpek leşi muhakkak bulunurdu. İse bulanan gövdesi ezilmiş, başka
köpeklerce parçalanmış da olurdu tabii. Bu seni ağlatırdı, kirpiklerin güzeldi
ve ben ondan süzülenlere dayanamaz, küfrederdim karanlığa.
Gelmedin günlerce. Ay oldu ve sene. Ellerim titremeye
başladı. Sizin evinizi de yıkmıştı belediye ekipleri. İnşaat yıkıntılarının
arasında dolaştım, yalnızdım. Benzinliğin orada öfkeli bir adam, horozunu –onun
horozuydu muhtemelen- kesti, tüyleri savruldu havaya, titredi hayvan, kanı
süzüldü yola, köpekler doluştu civarına. Adam sopayla kovaladı köpekleri,
hırladı tümü. Kızdı horoz sahibi, çok kızdı, yumruklarını patlatacak denli sıktı,
kafasını kopardı horozun. Attı köpeklere, kokladılar tüylü burunlarıyla,
yemediler, hırladılar, ağladım. Seni özlemiştim. Bebe bezleri vardı
yıkıntıların içinde, pisti içleri. İnsan güzel anların kıymetini bilemiyor,
bilemiyordu. Nenem yürüyemiyor, babam sabredemeyip içkiye dadanıyordu gün
aşırı. Bıkmıştım bunlardan. Kapımıza getirilen yiyeceklerden, iç huzuruna
erişmek için bize yardım gösterileri sunan ebleh takımından bunalmıştım.
Aklımda sen vardın, şehrin sokaklarına kaçıyordum seni bulmak için. Gölgeler
görüyor, titriyor, kayboluyordum karanlığın içinde. Senin de beni bırakacağını,
herkesin herkesi kandırdığını biliyordum. Sözcüklere dökemesem de dünyanın bir
cehennem olduğunu hissediyordum. Yaşarmıştı gözlerim, canım yanıyordu. Köpeğin
biri sokuldu yanıma, bacaklarıma süründü. Işıltılar yükseldi bir evin
penceresinden, ağaçlara çarptı önce, pul pul dağıldı, elektrik direklerinde
cızladı, ışıldadı uzaklarda, gülümsedim. Kanım çekildi derken, köpeğin ısısının
yittiğini fark ettim korkuyla, yüzü dağılmış bir köpek leşine sürtüyordum
bacaklarımı, sıyırmıştım pantolonumu, daha güçlü, daha fazla, daha derin bir
acıyla kanatıyordum bacaklarımı, ferahlıyordum. Sen yoktun, hiç olmamıştın,
biliyordum.
Babamı dövmüşler, kırmışlar bacaklarını. Kumar borcunu
ödememiş kahvede, sebebi bu. Acımazlar, onu merdivenlerin bitiminde zilzurna
sarhoş, hareket edemez halde bulmuş muhtar. Ah, demiş, ah Mehmet, kendine
acımadın, bari zavallı anacığına, evladına acı. Bıktım be sana kol kanat
germekten. Aslında çok üzülmedim babamın durumuna, ektiğini biçiyor. Ölmek
üzere nenem, ellerini tutuyorum. Söylediklerini anlamıyorum artık, dişleri yok.
İnsan yaş aldıkça bebekliğine dönüyor. Bacaklarına metal vidalar takılmış bir baba -babamı getirdiler, yine sarhoş, ne ara gitti, içti, bilmiyorum. Ulan ana,
diyor, Allah belanı versin, niye doğurdun beni, niye ana, tuh. Geğiriyor, leş
gibi kokuyor ağzı. Gülümsüyor bana, bak istediğin oldu koçum, bıyıkları
çürümüş, bak baban ne halde, bak yol kenarındaki evleri yıktılar, el ele
yürürdük buralarda, tükendi mahalle, tükendim, bittim. İnanmıyorum babama, hiç
inanmadım. Seni özledim, zaman nasıl geçti, bilmiyorum. Muhtar omzumu
sıvazlıyor. Başın sağ olsun, nenen iyi kadındı, toprağı bol olsun. Babam uyuyor
iç odada. Nenemin çiçekli entarisi, yazması elimde. İçim daraldı. Babam
basıyor çığlığı, ana, diyor, ana, ne yapacağım sensiz ben, Allah belamı versin
benim. Mahallede bizi küçümseyen ve bu şekilde seven kadınlar balkonlarda, iri,
açılmış gözlerle, gelen cenaze arabasının aydınlattığı gecede beliriyorlar.
Köpekler sessiz, gece koyu. Nenemi tabuta koyuyor birkaç adam, aklımda sen
varsın. Işıl ışıl şehrin öte yakası, güzel hayatlar, tebessüm hikâyeleri,
bacağımdaki yara sızlıyor.
Kemal Amca’nın yürüdüğünü bilmiyordum.
Değişmiştin döndüğünde. Aynı kalmıyor bir şey. Korkmuyordun
köpeklerden artık. Yaşadıklarım beni daha bir karamsar kılmış, yıpratmıştı.
Beni, dedin, müteahhidin oğluna verecekler, ne güzel, yıkılan evimizin yerine
yenisini yapacaklar, ne güzel, bize bir daire verecekler. Susmuştum, gözlerin
ışıl ışıldı, başkasını istiyordun. Köpekler gelmiş, dizlerine dolanmıştı,
gülümsemiştin. Zaten olmayız biz, iki çıplak. Yürüdüğünü bilmiyordum Kemal Amca’nın.
Koştum var gücümle. Senden kaçmak için epey çaba harcamıştım. Bak, hâlâ
peşimdesin. Köpekler de takılmıştı ardıma, ağaca tırmanmıştım. Ağacı sallamıştı
Kemal Amca, in, demiş, ilk kez konuşmuştu benimle. İn, yüzleş. Bu öykünün başka
bir yöne gitmesini istemiyor, sıradan bir aşk örgüsü içinde kalmasını arzu
ediyordum ben. Zalim baba, ölen nene, fakir oğlanın fakir kıza aşkı, sokak
köpekleri, yoksulluk, böyle şeyler. Kemal Amca, in aşağı, dedi, in, yüzleş.
Köpekler havlıyordu, karanlıktı, gözleri parlıyordu tuhaf bir surette.
Hışırdayan yaprakları aşarak en tepeye çıktım. Kemal Amca gökyüzüne kaldırdı
başını, ağzını açtı biraz, anlamaya çalıştı, öksürdü, bacaklarındaki yaralara
indirdi gözlerini. Bu yaralar, dedi, senin bacağında olanlardan. Başka bir acımız
var bizim, hâlâ onu bekliyorsun, o hiç gelmedi, hiç olmadı, olmayacak,
gelmeyecek, bak, bekliyorum, geldi mi, hayır, çiçekli şiirler de yazsam
gelmedi. Bir köpeği kucakladı, karanlıktı, görüyordum yine de. Kapadı narin
gözlerini hayvanın, güçlü çenesini ikiye ayırdı, puf olup dağıldı köpek, Kemal
Amca yok oldu, dalda ve tam yanımda çıktı ortaya, sokuldu bana, bacaklarıma
süründü. Işıltılar yükseldi bir evin penceresinden, ağaçlara çarptı önce, pul
pul dağıldı, elektrik direklerinde cızladı, ışıldadı uzaklarda, gülümsedim.
Mahallede bizi küçümseyen, hırlayan bize ve bu şekilde seven
köpekler dallarda, iri, açılmış gözlerle, gelen cenaze arabasının aydınlattığı
gecede beliriyorlardı. İnsanlar sessiz, gece koyuydu.
Yolu ikiye bölen
otların üstündeki yaşlı koltukta oturmaktan yorulmuştum.
otların üstündeki yaşlı koltukta oturmaktan yorulmuştum.
No comments:
Post a Comment