August 08, 2011

Üç Kişi: 2 artı 1

Üç kişiydik. Üç erkek. Ben de oradaydım ve o üç erkekten biriydim. Oturmak ve bir şeyler atıştırmak üzere bir kafeye geçtik.  Ben de oradaydım. Bedenimle. İlkokuldan arkadaşlarımdı. Birer çay içtik. Cebimde param yoktu. Gözlerim az görüyor, kulağım az duyuyor ve başım ağrıyordu. Etraf canlılarla doluydu. Ben de oradaydım. Bedenimle.

Erkeklerden birisi, fazlaca kibirliydi. Kurum satmayı seviyordu. Anlattıklarının çoğu gerçek dışıydı. Şişman ve aptaldı. Dünya onu merkez alarak dönmekteydi. Ben de oradaydım. Konuşuyormuş gibi yapıyor ve anlamsız mırıltılar çıkarıyordum. Orada olmamam gerekiyordu. Başım ağrıyordu.

Erkeklerden birisi, görece uysaldı. Kendini iyi ifade ediyordu. Benim başım çatlayacaktı. İkisi de beş para etmezdi. Her şeyi biliyorlar, her konuda ahkâm kesiyorlardı. Benim bir halt bildiğim yoktu. Bu kadar kesinlik fazlaydı. “Şüphe değil, kesinliktir insanı çıldırtan” diyen Nietzsche haklıydı. Enerjim düştü. Düştü. Düştü. Anlamsız ve yetersiz muhabbet, nefes borumu tıkıyordu. Hava sıcaktı.

Özgüven maskelerini acaba nasıl cilalıyorlardı? Benim bu konuda meziyetim yoktu. Samsavari bir hamamböceği durumum yoksa da, halim iyi sayılmazdı. Görünen o ki, geçmişimiz geleceğimizde tekrar tekrar yaşanıyordu. Geçmişten gelen ezikliğim, her zaman karşıma çıkacaktı. Ellerime baktım, derimi inceledim, burnumu didikledim.

Bedeninden tiksinen Kafka’yı düşündüm. İnsan kendi bedeninden bu denli nefret edebilir miydi? Bal gibi de olurdu. “Bilinç lanettir.” Öyleydi. Bilen, daima mutsuzdu. Gördüğüm adamlar, bilip bilmediklerini dahi bilebilecek bilgiye sahip değillerdi. Kulağıma, intihara sürükleyecek kıvamda bir melodi döküldü. Erkekler konuşuyorlardı. Ben de oradaydım.

Çözüm basitti. Olmadığım biri olarak başarmak ya da olduğum biri olarak yitirmek ya da olduğum kişiyi öldürmek. Cevap yoktu. Zaten yaşamda, cevapların netliği diye bir şey olamazdı. Cevap, andan ana değişebilir ve her lahza yeniden biçimlenebilirdi. Kulağımda, ölüme götüren müziğin sesi..Erkekler sustular. Nargilelerini tüketiyorlar. Zehir kana karışsın. Olmadığın kişi olmak için, olduğun kişiyi tüketmen gerekiyor.

Kendimi çırılçıplak addediyorum. Herkes bana bakıyor adeta. Çirkini, tıfılı, besilisi, küpelisi, sakallısı, sağcısı, solcusu, dinsizi, herkes..Tiksinen gözler. Tükürün durmayın! Sebebi yok. Mutsuzluk bedava. Vücudum biçimsiz. İri bir göbeğim var. Arada bir tenimde soluklanan kanatlı hayvanlar, acı veriyorlar. Herkesin gözü üzerimde. Masanın üzerine çıkıp bağırmak istiyorum. Nasıl olacak?

Erkekler konuşuyor ve ben bozuk kaldırımlarda yürüyenleri izliyorum. Kulağımda hep aynı melodi. Varoluş sorgulaması başlamadan masadan kalkmak gerekiyor. Geçici koma haline girmek istemiyorum. Suratımda şimdi meymenet yok. “Sen neden sustun?”diyorlar ve “yorgunum” karşılığını alıyorlar.

Gece saat 02.30 sularında Kuzey Amerika’daki mısır tarlalarında arkama bakmadan, koşarak, var gücümle koşarak, kaçmak istiyorum. Biraz sonra, masadan ayrılıyorum. Otobüsüme binmek üzereyim. Yerin dibi nasıl acaba?  Başım ağrıyor.


==================
26 temmuz 2010: 00.48

No comments:

Post a Comment