February 08, 2012

DUT

            Döküldü söze acı. Sızısı yayıldı, süzüldü merdivenlerden. Kırıldı, kurumuş su. Damla damla bulandı kana. İçtim suyu, sizi düşünüp. Hemen bırakma, kesip kısa. Size.
Olsaydı bir felaket. Vefat merasimim yapılsaydı. Kıyısında yaşamın, yaşamak derdini sahiplendim. Kurduğum cümlelerle yıktığım neydi? Göç edenlerin öcü. Sizi, ben siz bıraktım. Sizi bensiz bıraktım.
Hatırlıyorum şimdi biraz daha net. Gelmiştiniz üstüme. Yırtık bir bulut gibi doldurmuştunuz gözlerimi. Kıstırmıştınız. Elleriniz vardı ve büyüktü. O ellerin, benim ellerim olduğunu düşündüm. Tokat patladı yüzümde. Bakın, yine acı. Kurtuluşum yoktu. Anladım.  Kuşku yok. Merdivendeki sızının izini sürdüm. Küflü pencere ahşabının kokusundaki saçmalık. Tasvir etme telaşı.
Bastırdım kafamı merdiven kenarlığının demirleri arasına. Demirle, ellerimin buluşmasında yaşanan kimyasal sıkıntı. Varlık hissi. Duyumsamak ve eli, buruna götürmek. Koku. Bulanır mide. Sabrım taştı. Baskısını hissettim mengene durumundaki demirlerin. Şimdi, ölebilirim. Tercihen. Siz, çektiniz beni civarınıza. Kurtardınız. Sandınız. Başım kanadı. Koptu kulaklarım. Tarafınızca ödendi tüm kul haklarım. Sonra, toplum olduk. Gülümsedim, mecburi.
Patronumuz vardı ve adını bilmiyordum. Öğrettiler. Sizdiniz. İşimi yaptım. Yap işlet devret, dediniz. En aydınlık güne çıkardınız beni. Kurtardınız. Öğrendim, yolunuzu. Açtığım yolları. Tamamlamadım cümlemi. Çıktım merdivenleri geri. Gölgemi, bir vazodaki çiçeğin yansımasında buldum. Karanlık ve karanlıkta aranan anlık kâr. Buldun mu, diye sormana müsaade etmem. Öğrendim senden.
Pazara annemin yanında gitmiştim. Yaşımı hatırlıyorum. Bundan size ne? Siz, hepiniz, tamamınız, cümleniz, tümünüz. Annemin beli sakattı. Çalışmıyordu bir süredir. Siz, yardım ederdiniz zaman zaman. Verirdiniz makarna, verirdiniz makarna. Bazen de verirdiniz makarna. Ben, yerdim. Kokusu yayılırdı, sofra bezinin kirli yüzüne; benim kirli yüzüme; sizin tertemiz yüzünüze. Tuttu annem elimden. Sıktı ve acıttı. Candı bu. Yandı. İstemiyordum. Karanlık yakındı artık. Yırtık çorabımdan fırlamış ayak parmağımı düşündüm. Tuhaf bir rahatsızlık duygusu verir. Annem kızdı. Kızardı. Bağırdı ve toplamamı istedi, yerde ne varsa. Patates tuttum önce. Büyük bir patates geldi oltama. Tir tir titredim. Çuvalın pürüzlü yüzeyini bilen vardır. Çamurla karışınca çözülen ve birbirine geçen o naylonvari kayganlık. Kaygılanmayın siz. Üşüyordum. Suratımda kesik atılmadık yer bırakmayan soğuk akşam. Oynatamadığım çenem. Son bir hamle ile attım yerde ne bulursam, çuvala. Bağırdım, gökyüzüne çevirerek kafamı. Ses tellerim kopmalıydı. Burnum, neredeyse iki gözümün arasına girecekti. Çatlayacaktı başım, gölgesi gerisine düşen vazodaki çiçek gibi. İçimi dolduran öfke sizeydi. Belediye ekiplerince itlaf edilen bir köpeğin leşini gördüm inlemelerim arasında. Gittim yanına, burnumu çeke çeke. Gözlerindeki insaniyeti gördüm. Koştum panik içinde. Size sordum görüp görmediğinizi insaniyeti. Gözlerini bile göremiyordunuz siz. Köpeği bile. Beni bile. Bile bile.
Soluk borumu deldiniz, alayım nefes diye. Köpeği düşündüm ben. Darlandım. Alamadım geri, verdiğim nefesi. Acı, döküldü söze. Yataktan çıkamadım bir müddet. Nihayetinde, pas tutmuş dizlerimi kımıldattım. Vefat etmek üzereydim ama. Böyleydi fikrim. Siz uygun gördünüz. Dediğinizi yapmak gerekirdi. En uygun şekilde öldürmeliydiniz bedenimi. Beni de. Bedeni de. Sahiplendim sizin gibi bedeni. Bedenim dedim. Siz, çoktunuz. Bendim az. Son çırpınışları da fayda etmeyen dut tanesinin, tutunduğu saptan ayrılışının hüznü ve zeminle buluşmasında – tam o temas anının dişleri kenetleyen ürküntüsü- yaşanan tatlı birleşme. Dağılma. Cıvık. Başardınız. Kafamı soktunuz o apartman katındaki merdivenin demirleri arasına, tekrar. Duymamalıydım düşen kulaklarımla sizi. Sızı. Ben. Siz. Bensiz. Neşe. Acı. Dut. Tat. Gölge. Hayat.


08.02.2012 21:19

No comments:

Post a Comment