January 25, 2015

TUHAF

TUHAF

-Boşluk-

Kırmızı kalp üstte, hep, kahverengi olanı altta. Ortada Ra’nın gözü. Hep. Böyle bir bardağı var Semiha Hanım’ın. İçtiği çay çoktandır ağzını dilini yakıyor, artık yaşlandı, yakıyor, neredeyse ölecek, dili buruluyor, yanıyor, yaşlılığın ilginç bir tadı var, o karışıyor çaya, çayı karıştırıyor Semiha Hanım, kırıştırıyor ecelle tat, Semiha titriyor, kimse görmesin, görmesin, çabuk ol, yapma, bedeni büzülüyor, dokunuyor bir gölge, kimse görmesin, kırıştırıyor ütülü gömleği bu gölge, şimdi karıştırıyor Semiha Hanım, hangi yıldan kalma bu anı, hangi andan kalma?

Semiha: Bardağımı o almıştı bana, sonra bir ölü günün soğuğunda kaybolmuştu gölge, o zamanlar telefonlar yoktu. Büyüyen iki erik ağacının kıyısında yürümüştüm, terk edilmiştim, bana dokunan gölgenin elleri değildi artık. Sonra kendi bedenime bakmıştım, hava kararıyordu, helikopterler süzülüyordu gökten, korkuyordum, kendi bedenime dokunuyordum, erik ağaçları büyüyordu, herkes büyüyordu, gölge ölmüştü belki de, emin değildim. Gölge ile beraber keşfettiğimiz tepeliğe çıkıyordum, tek başıma, altıma, kıçıma, poşet geçiriyor, kaygan boşluklardan bırakıyordum elbiselerimi, daha da küçülüyordum gölge, akıyordum boşluktan, hoşluktan herhalde, yumurta tepe derler buraya, derlerdi ya da, yuvarlanıyordum aşağıya. Sonra toz toprak ve yeryüzündeki tüm kirler yapışıyordu, yakışıyordu bana. Sonra gölge beni tutardı, bana dokunurdu, Semiha, derdi, kar yağıyordu ve tüm çocuklar sığınıyorduk tepenin civarındaki apartmanın bahçesine. Helikopterler geçiyordu, hatta iki kara helikopter tünemişti o gün yumurta tepenin üstüne, böyle büyük kanatlı efsanevi kuşları andırıyorlardı, korkuyorduk, anneler ve babalar içeri geçin, binaya girin, diyorlardı, kar yağıyordu. Elimizdeki kartpostalın yaldızlı yüzeyinde bir kar manzarası ve huzur. Yalan! Tüm huzurlu anlar! Yalan, derdin bana gölge. Büyük harfler yalan ve de isimler, diye geçirirdim içimden. Başımla doğruluyordum seni. Seval’e sarılmıştın aynı akşam, gördüm. Aynı akşam Seval’e dokundun. Saksıları folyoyla kaplanmış iki cılız çiçeğin yanında gördüm, tuhaf hissettim. Gökyüzüne bakıyordu herkes o günlerde. Çuvallarla erzak bıraktılar gökten sonunda. Helikopterlerden inen iki adamın, teçhizatlı, önce toprağa, sonra sola ve sağa, soğuğa, boşluğa, dokunduklarını görmüştüm, gölge, adının ilk harfi hep küçük, sen Seval’in yanındaydın, kar yağışı biraz dinmişti; elimdeki kartpostalı parçalamıştım.

Seval: Sevmiştim Gölge’yi. İlkokul beşe kadar aynı sınıftaydık.

Semiha: Darbe, diyordu sonra takım elbiseli bir adam, genç erkeklerin top oynadığı, taşlarla dolu meydanı işgal etmişti bir anda. Erkekler, hüzünlü gözlerle, sona ermesini bekliyordu konuşmanın. Kollarını dirseklerinden kırarak, hüzünlü gözlerle, izliyorlardı, darbe, diyordu, adam, nedense kimse sözünü tamamlamıyordu, kimse! Adam gitmişti sonunda ve sahte platformunu da almıştı, futbolcu gençler çıldırıyordu sevinçten, maytaplar patlıyor, sokak kavgaları hararetleniyordu karlı, kaygan yüzeyin üstünde. Gölge, sen de oynardın, karın top top, yumruk yumruk yağdığı ama maçın sürdüğü beyaz bir günde düşmüş ve hareket kabiliyetini yitirmiştin, duymuştum bunu. Nasıl anlatmalı, nasıl demeli? Bir daha eskisi gibi olmayacaktın, asıl darbe buydu. Seval’in kendisi de resmi de silinmişti bu olay sonrası. Kimse yoktu, helikopterlerden kopan teller yağıyordu üzerimize, bir daha yürüyemeyecektin Gölge, artık büyük harf, bir daha dans edemeyecektin, sahte yeminler edemeyecektin, en uzun ben zıplarım, diyemeyecektin, pipetle besliyorlardı seni, gözlerini hareket ettirebiliyordun sadece. Mahalle maçlarında çalan ucuz düdüğün sesi daha bir hüzünlüydü, dinliyordum, gelen kemik seslerinde senin resmini çiziyordum zihnimde, bu resme dokunuyordum senin gözlerinle. Tuhaf. Bir resmin kendisi değil, resmi var eden sebeplerdir güzel olan, diyordum, sonra, kendimi reddediyor, sessizliğe dokunuyordum, senin sonsuza dek sürecek sessizliğine, umut yok, diyordu beyaz önlüklüler. Annen ağlıyor, bana sarılıyordu, sen iç odada çenende beliren yaşam kımıltıları ile var oluyordun. Aklıma senin Seval’e dokunuşların geliyordu, sinirleniyordum, yumruklarımı kartopu büyüklüğüne getiriyor, eritiyordum öfkemi sıkıca bastırıp.

Gölge: Ben bu hale gelmeden önce, bu hale geleceğimi hissetmiştim, yemin ederim ve bu yemin ucuz erkeklik gösterilerindeki çocuksu yemine benzemez. Yumurta tepede bir şeyler oldu, hissettim, tepenin yüksekliği en az on beş metre vardır, birer komando edasıyla tırmanırdık oraya, yukarıda ayrı bir dünyaya, yok yok, uzaya ya da boşluğa inmişiz hissi yaşardık. Dümdüz bir yüzey, kıyıda köşede pörtlemiş yeşillikler. Uyuz köpekler, tehlikeli köpekler, boz renkli kuşlar, paçalı kuşlar, Umut ve çetesi. Onlar da oradadırlar. Bizi gördükleri zaman kavga çıkar, bıçaklar, sallamalar açılırdı daima. Biz daha narin, daha evcildik. Köpekleri üstümüze salmışlardı karın arttığı bir günde. Vedat’ı dişlemişti köpekler, kan oluk oluk akmıştı bacağından, kara karışmıştı. Öfkeden kuduran ama bir şey yapamayan her ne varsa onun gibiydik o an. Vedat karın içinde, kanın içinde kalmıştı. Bunlar her zaman olurdu, her zaman birilerimiz birilerimizi haklardık. Ben de iki defa şişlenmiştim. Umut, beni yolda görmüş ve tokatlaya tokatlaya buraya çıkarmıştı, yol boyunca kan süzülmüştü yanağımdan, burnumdan. Piçin evladı, diyordu Umut, sana kaç kere dedim, diyordu. Yumurta tepeye sürüklemiş, pipimi tekmelemişti, kanatmıştı. Saatlerce, karın içinde, evet kar durmadan yağıyordu, yatıyor, sonra güç bela doğruluyordum, en gizli merdivenlerden, karanlıkların örttüğü sokaklardan kaçıyordum, önüme çıkan her kalabalıkta gizleniyordum, ya aniden karşıma çıkarsa Umut, ya beni yine döverse? Ya bunu görürse Semiha? Semiha, benim için içilmemiş ama serin bir su gibidir. Bu tarifi yaparken ne demek istediğimi bilmem ama bu belirsizlik hoşuma gider. Aklıma Semiha gelince ferahlıyor, kaçıyordum, kaçıyor, ferahlıyor, acıdan ağlıyordum.

Umut: Acılarını göstermemen gerekir, kural bu. Ezmen gerekir, güç benim, güç benim, güvercinler benim, yıkık inşaatın orada yediğim ilk bıçak darbesinin üzerine ant içtim, güç benim, Fahri Market’in çevresi benim, yetmiş sekiz basamaklı merdiven ve onu takip eden kırk iki basamaklı ara yol merdiveni ve onu takip eden kırık taşlı on basamaklı merdiven benim, öldürdüğüm adam sayısı bir elin parmaklarını geçmez, o parmakları ben keserim, keserim!

Gölge: Bir rüya gördüm bu felçli halimle, felçliler de görürmüş, hayır, kabus gördüm, yuvarlak bir evin içindeyim, hayır evin dört yanında Umut’un adamları, hareket edebiliyorum kabusta, benim kabusum, bıçaklamaya çalışıyorlar, mektubu kaybettim, kaybettim, mektubu arıyorlar, pencereden atlıyorum, beni bulacaklar, yeşilliklere kaçacağım, tren hızla gidiyor, şimdi o trenin içindeyim, bacaklarımı sarkıtıyorum, kabinde herkes mutsuz, yine de gülümsüyorlar, kabinde herkes gülümsüyor, yine de mutsuzlar. Hava sıcak, terliyorum, ben kar dışında bir hediye görmedim gökten, şaşırıyorum, yeşillikler, tarlalar, uzun ağaçlar, maymunlar var, ben hiç maymun görmedim, tren hızla gidiyor, yol bir noktada kıvrılıyor, trene dokunuyorum, Semiha, neredesin, sana geliyorum. Kabus bu, rahat yok uykuda bile, trenin tüm kompartımanlarından kelleler uzanıyor aynı anda, hava sıcka, o kadar sıcak ki sıcak bile yazamıyorum, ter akıyor, herkes ter bakıyor biraz da, korkuyorum, maymun suratlar, yol daralacak az ileride, uzanan kafalar birer birer kesilecek, öyle oluyor, benim de açık kapıdan uzattığım bacaklarım kopuyor, güneş yakıyor, kabinin içine yuvarlanıyorum, kafaları kesilmiş insanlar var, yüzlerinden okuyamıyorum hislerini, mutsuz vücutlar o halde, mutsuzlar, tren zaten paslı kırmızı renginde raylar üzerinde her gün, giderek, durmadan, ölüyor...

Umut: İçime bir insaniyet oturdu, günler evvel. Gördüğüm bir kabusta, maymuna dönüşmüştü kafam, onu koparmaya çalışıyor ve bana muz veren, gökten uzanan bir eli takip edeyim derken merdivenlerden düşüyordum, 130 basamak, çat pat, darmadağın oluyordum. Basamaklar tükendiğinde karşıma çıkıyordu Gölge. Bana gülümsüyordu, avucunda beyazlattığı kır paçalı güvercinimi veriyordu bana, elim ayağım titriyordu, olmadık sesler çıkarıyor, güvercini tek hamlede yiyordum olmayan kafamla. Tuhaf. Uyandığımda tüm güvercinlerim ölmüştü. Koşarak Mevlit Amca’nın yanına gittim. Rüyamı tabir etmesini istedim. Her gün ağlayacaksın, git helallik al, dedi, boğazındaki gıcığı temizlerken. Ondan af dilemiştim ağlayarak, kaçmıştı benden kolumdaki derin faça sızlarken.

Semiha: Sevenler, sevilenler listesi şuydu:
  1. Ben, Gölge’yi,
  2. Seval, Gölge’yi,
  3. Umut, Semiha’yı, yani beni,
  4. Mevlit, Umut’u,
  5. Gölge, Semiha’yı, yani, dilerim, beni.

Mevlit Amca: İnsanın gönlü bir hoş olur zaman zaman. Zaman zaman arzu eder tuhaf şeyleri. Ben de doğduğum günden beri erkeklerden hoşlanırım. Bu benim kaderim. Erkekleri daha çekici bulurum. Bakkalım ama aynı zamanda rüya tabiri yaparım mahalleliye. Üzerimize helikopterlerden teller yağacağını ilk ben gördüm, darbeyi ilk ben söyledim, ölü güvercinleri ben gördüm. Nasıl mı bilirim? Siz, nasıl görmezseniz öyle. Gökten kar içinde haz yağar bana, derime yapışır, yıkamam, dokunmam, sesler duyarım, anlamam. Umut, bana ilk geldiğinde daha küçük bir çocuktu. Zaman zaman içinde. Ona aşık oldum. İçinde kalbur saman. Aklım karıştı. Göremez oldum. Önümde Umut’un büyülü etleri, gelen konu komşu başka şeyler soruyor, ben Umut’u tabir ve tarif ediyorum. İçimdeki cinsiyeti öldürecektim o lüzumsuz sabah, Umut çıkageldi. Beni süzüyordu alımlı gözlerle, beni seviyordu, anlıyordum, git hellalik al, dedim, ellerini ellerimin arasında ısıtıp. Yüzüme baktı, koluna dikkat ediyordum zaman zaman, derin bir faça sızlıyordu sanki, yürek gibi kabarmıştı, şişiyordu, gözümün önüne nurdan yahut kardan bir perde indi, tren gördüm ve sıcak bir iklim, ilerliyordu Umut, elleri ellerimin arasında, yaşlıydım ama hâlâ yaşıyordum. Dar bir dönemeçte kopan kafalar ve bacakları yiten Umut. Titredim. Umut, kolundaki ize odaklanmıştı, masamın yanına gizlediğim tokmağı kafasına gömdüm, tren hareket ediyordu, kopan kafa ve ölen Umut, umut, artık özgürdüm!

Gölge: Umut’un beni sevdiğinden de şüphelenmiştim. Öldürülüşü ve katlin Mevlit Amca tarafından yapılmış olması beni şaşırtmadı. Herkes, herkesi arzular bir şekilde. İşler yolunda gitmiyordu, benim de aklım Mevlit’e gidiyordu, neden cinsiyetler var, neden? Neden ürüyoruz ve diğer sıkıcı sorular... Anlayamıyordum. Karda futbol oynadığımız ve benim düştüğüm, sakatlandığım o acı günde de karlar içinde beyaz ve tehlikeli bir güvercin gibi oturmuştu üstüme Mevlit, benim olacaksın diyordu, tamam, diyordum susarak, seninim, elleri ellerimin arasında ölüyordu.

Seval: Yıllar geçti, evlendim. Yumurta tepe artık yok, orada inşa edilen bir gökdelende yaşıyorum eşimle. Onu sevmiyorum, kimseyi sevmiyorum, gökdelenimizin üstünde bir helikopter pisti var, belki kar bir gün yeniden yağar, Umut bana gelir, folyolarla sarılı iki uzay çağı bitkisinin berisinde bana dokunur, belki!

Semiha: Ben, hiçbir öykünün kahramanı olamadım. Güneş, Ra’nın sembolüdür, Güneş Tanrısı Ra’yı hiç görmedim. Kar tanrısı Ge’yi bilirim. Vicdanın gözünden hiçbir şey kaçmaz. Horus. Şimdi, yanımdaki yatakta derin uykudadır Gölge. Onun beni değil, Umut’u sevdiğini biliyorum. Asıl liste şu:

  1. Ben, Gölge’yi, Seval’i ya da Mevlit’i, belki de Umut’u,
  2. Seval, Semiha’yı, yani beni,
  3. Umut, Gölge’yi,
  4. Mevlit, Umut’u,
  5. Gölge, Umut’u.

Nefes bile alamıyordu Gölge. Gerçek adın ne senin? Umut mu yoksa? Hayır, hayır, bu olamaz. Gölge diye biri yok mu yoksa? Annene soruyordum adını, susuyordu, iki kişi miydin yoksa, annene soruyordum, o da bana soruyordu başı önünde, kimdin neydin, helikopterler kuşlar gibi uçarken üzerimizden, kardan başka bir şey düşmezken üzerimize, yanına uzanıyordum, dokun, diyordum, bak, bunlar en gizemli yerlerim, gözlerini açıyordun rüyadan, kanlanmıştı gözlerin, sonuna kadar açık gözlerinle beni izliyordun. Boynuna dokunuyordum, şişiyordu gerdanın, şişiyor, kabarıyordun, dokunuyordum sana, herkese, her şeye, yumurta tepeye, kara, maç yapan gençlere, oynadıkları kames topa, bez bebeklerine dokunan küçük kızlara dokunuyordum. Doğurdukları bebeklere dokunan büyük kızlara, kerelerce dökülen kaldırım taşlarına, gelin başlarına, inşaatta öldürülen köpeğin gözündeki yaşlara dokunuyordum usulca, beş katlı binanın bodrum katında nefes alan aileye, kardan adam yapan veletlere, kardan adamın burnuna, içim titreyerek, gözlerine, Umut ölünce çetesinde sahipsiz kalan çakallara, titretiyordum düşlerini, güneş tanrısı Ra’ya, onun gözüne, gözündeki dokunma işaretine dokunuyordum. Kabarıyordun, annen odaya giriyor ve bana dokunuyor, yalvarıyordu, dokunma, diyordu, dokunuyordu, sen puf gibi patlıyordun, annen ve ben senden yağan karlarda ağlıyorduk.

Semiha Hanım: Senden kalan tek bardak bu, üstte ve altta kalpler. Ortada Ra’nın gözü. Yaşlıyım ve ölmek üzereyim. Sen gençken öldün, seni ben öldürdüm, ayaklarım titriyor şimdi, şu an, şuracıkta ölüyorum. Ölüm, yaşamak kadar tuhaf, anlıyorum. Pörsümüş ve sarkan memelerime bakıyorum, ölmüşler, çayı karıştırıyorum, gözlerim seçmiyor artık. Eski, neredeyse ölecek bir ip buluyorum zorlukla. Çayımı bitiriyorum, dur dokunma, görecekler, dişsizim, ağız dolusu gülüyorum, neden bugün, pencere güzel, hava kapalı, belki bir gün kar da yağar, hem yeni bir dizi çekiyorlar, yakışıklı da çocuklar, belediyenin lekelediği yollar gibi bacaklarım titriyorlar, herkesin gölgesi önüne düşüyor, gençler benimle alay ediyor, teyze hepsini izle, diyorlar, gelecek sezonu göremezsin, gülüyorlar, kahkalaşıyorlar, boşluğa bakıyorum, dizideki jön öldürülüyor, reytingler iyiydi derken, birden dizi yayından kaldırılıyor, ağlayan jön penceremin altında beliriyor. Gel, diyorum, gel, içeri geliyor, sıkıca sarıyor beni, gencecik ve yapayaşlıyız ve yapay yaşlı. Ölecek yaştayız, biliyor, hazırladığım ipe boynunu geçiriyor, kendini öldüremez ki insan, ipi benim boynuma doluyor nedense vazgeçip, camdan hışımla atlıyor, yerdeki gölgesi bile ölü, boş gözlerle izliyorum, boynumdaki ipe abanıyorum, ölürüm nasılsa, güçsüzüm, ölürüm nasılsa!


Semiha: Çıkıyorum içinden Semiha Hanım’ın. Nasıl da buruşuk! Ölmüş çoktan. Ben genceciğim, gençliğime dokunuyorum. Yerde yatan ölü jöne de dokunurum elbette, tepe arıyorum etrafımda, yumurta tepe olsun, Gölge olsun, kim kaldıysa aklımda onları arıyorum, gençliğimi de öldüreceğim, merak etmeyin, Seval’i yakalıyorum gökdelenin asansöründe, asansöre asıyorum haini. Yaşlı benle alay eden sokak serserilerine sertçe dokunuyorum. İnsanlara beğendirmeye çalıştığımvücudumuza ve bozulancümlükyapıs tuhaf dokanfdtrrrım. 

Kimin kafasında tuhaflık yok ki Pamuk?


No comments:

Post a Comment