September 05, 2016

ÇARPA PARÇA

Tüm şehri dolaşıyordu Emin. Onu bir gördüğünüz yerde bir daha göremezdiniz. Beş boncuk düğmeli kahverengi yeleğini çıkarmazdı sırtından. Tüm şehri dolaşıyordu. Bazen bir su kıyısında beliriyordu, bazen bir ağaç gölgesinde. Tombul kurbanlık koyunların ağır kokusunda kestirdiği de oluyordu tabii çıngır çıngır ve soluklanıyordu kimi zaman metruk bir barakada. Bu iki göz barakanın sol duvarında sonradan çekilmiş bir elektrik hattının çimentoyla örtülmüş varlığına dalıyordu bir de. Kör ışıkta kollarındaki damar kanallarını yokluyor ve içindeki duvarlara yöneltiyordu dikkatini. Susuyordu Emin. Yorgunluk çöküyordu üstüne oracıkta, göğsü sıkışıyordu. Uyuyordu soğuk duvara yaslanarak. Şehrin karanlık caddelerinde geceye dört ayak atılan parlak gözlü kedileri düşünerek uyuyordu önce. Ardından istisnasız günün her saatinde ağlayan bir cüceyi anımsıyor, uyuyordu. Uyanıyor, ağlıyor, uyuyordu. Cüce, dar sokakların boğduğu bir evin penceresinde izliyordu hayatı. O pencereden bakıldığında ileriki evde dolmaya ev sahipliği yapan bir tencere görülebiliyordu ancak ve tencereden yansıyan penceredeki cüce yüzü görüntüsünün dikkatli takibini biliyordu yaşlı kadın ölürayak. Bu detayları da görüyor, hissediyor, anlıyordu Emin. Kedilerin, cücenin, dolmanın ve ev sahibi yaşlı kadının tuhaf birleşiminin yarattığı hoş bir buharla uyuyordu. Uyuyordu ve duyuyordu sesleri: Fo, ho, tıs, bım, pıt, ay, çıkı, çı, kit, kat, çak, mob. Tüm şehri uykusunda da dolaşıyordu böylece, seslerse doluşuyordu içine yine bu gece.


D-üzgün gün.


Emin dışarı çıkıyor, gün doğmuş olmalı. Kızıl bir gök. “Yaşanmaz artık burada” diyor kaçışanlar. Tek ağız. “Ölüyoruz” Rengârenk kefenlere bürünmüş kuşlar, ağaçlar, taşlar. “Nefes alamıyoruz” Anlam veremiyor Emin. Bu şehri iyi bilir, buralar ondan sorulur. Cüceyi, kedileri ve diğerlerini merak ediyor. İyiler mi? Ne oldu? Tersyüz. Of, oh, sıt, mıb, tıp, ya, ıkıç, ıç, tik, tak, kaç, bom. Korku. Gökte büyük böcekler uçuşuyor. Kötü niyetli ateş böcekleri. Ateş ediyorlar. Bom bom. Bom. Ne yapmalı? Cücenin bulunduğu mahalleden yükselen yanık sesler, pat. Kırmızı sular savruluyor pencerelerden. Dol. Ma. Halle. Demi. Yor. Uz.


Kaçması gerekir Emin’in de. Geride bir şehir kalmamış sanki, püf, şehir kalmamış ki.


Ötede bir deniz. Koyu mavi ve dalgalı. Emin, bir süre evvel tahrip olmuş şezlong kümesine bakıyor. Kumsalın her noktasında kımıltısız yengeçler görüyor. Örümcekler, kımıltısız, ölüme ağ örüyor. Görüyor Emin. Kendinden de artık. Emin. Gidecek. Yüzmesi gerekiyor öncelikle. Bilmez yüzmeyi ve hiçbir şeyi. Dolaşmayı, şaşmayı, dağ tepe aşmayı bilir olsa olsa. Gökte kızıllık dumanlanıyor. Yüzmesi gerek. Nasıl? Öne kulaç at, bacaklarını kaldır, kendini kasma. Kolay mı? Suda yüzeye vurmuş balıklar, şakaya vurulacak gibi değil. Dalga geçilmeyecek dalgalar. Heybetli. Yüzmesi gerek Emin’in. Emin, oysa uyuyordu daha demin. Olmaz, yüzecek. Soyunuyor. Beş boncuk düğmeli kahverengi yeleğindeki kırmızı lekelere inat soyunuyor. Üryan şimdi. Bu şehrin denizi mi varmış? Yoksa denizin mi bu şehir? Şehir kaldı mı ki? Denizin koyu mavisinde allıklar oluşuyor. Koşuyor Emin. Bom. Sesler, kokular, yanıklar, son tanıklar. Suya dalıyor. Balıklama. İnsanlama. Her nasılsa. Yapabilirsin Emin, kasma, serbest. Özgür bırak kendini. Hiç bıraktı mı, oldu mu bu şehirde özgür? Hiç?


Üstüne gelen al dalgalar. Alga. Geliyor. Ağzına yüzüne doluyor. Haşin. Yumruğunu sıkıyor Emin. Suya vuruyor. Çat pat girişiyor dalgalara. Dirsek atıyor, tekme ve tokat dahi atıyor. Suyu döven adam. Yavaş yavaş da batıyor bir yandan, atıyor ve batıyor. Uykusu da var, uyumalı, gözlerini kapatıyor, yatıyor, bom, önüne ne gelirse ardına katıyor. Balık, dolma, cüce, pencere ve tencere, yanık şeyler, yitik şeyler, ne gelirse, batıyor, yüzemiyor, yüzme bilmez, gidemiyor, bom, gitse de bazı şeyler bitmez, gitmekle bitmez.


Emin, kendinden emin. Ne gelirse. Çarpa çarpa. Parça parça. Ne denirse. Yapıyor. Uyuyor. İtaat. Uyuyor. Sorun yok. Of ve oh. Uyuyor.


(Ne de güzeldi oysa cüceyle yaşlı kadının buluşması ihtimali. Pıt.)


No comments:

Post a Comment