August 01, 2017

KARA KİTAP/ORHAN PAMUK (1990)




“Ben Bir Başkasıyım!” yahut “Kara, Kapkara, Karanlık Sayfalar”

“Yalnızca kendim olmak istiyordum, yalnızca kendim olmak istiyordum, kendim olmak istiyordum yalnızca.” (Sayfa 452)

“İnsanın kendisi olabilmesinin bir yolu olmadığına kocamın ölümünden sonraki yalnızlık ve pişmanlık günlerinden sonra karar verdim.” (Sayfa 217)

1985 sonbaharında Amerika’da yazmaya başlar Kara Kitap’ı Pamuk ve 1990 Şubat’ında İstanbul, Erenköy’de bırakır kalemi. Ortaya adı gibi “kara” bir kitap çıkar. Avukat Galip’in eşi Rüya bir gün ansızın evi terk eder. Galip hem onu hem de ortadan kaybolan amcasının oğlu yazar Celâl Salik’i aramaya koyulur. Galip aradıkça arayacak ve içine kısıldığı sıradanlıktan uzaklaşacaktır. Arama yolculuğu İstanbul’un kimi zaman gizemli kimi zaman ürkütücü ve karanlık sokaklarında sürecek, Galip aslında kaybolanın, kendini yitirmiş olanın, taklidin, kendisi olduğunu anlayacak, sırra erecektir.

Eser iki kısımdan meydana gelir. İlk kısım on dokuz, ikinci kısım on yedi bölüm içerir. Çoğunluğu tanrısal anlatıcı bakış açısıyla yazılmış kitap, yer yer Galip’in araya girmeleriyle kahraman bakış açısından da izler taşır. Kitap kurgusu bir bölümde olayların aktarılışı, bir bölümdeyse Celâl’in ilginç köşe yazılarından birinin sunulması ile şekillenir. Celâl yalnızca köşe yazılarıyla aktarılırken Rüya, evden kaçışıyla tetikleyici rol üstlenen bir karakter olur.

Evden Kaçan Rüya: Yeni Hayatın Başlangıcı

Eser, Galip’in eşi Rüya’yı uyurken izlemesiyle açılır. Amcası Melih Bey’in yurtdışından evlendiği bir kadından olan çocuktur Rüya. Melih Bey’in ilk eşinden de bir oğlu vardır. Esere yön verecek olan bu şahıs - Celâl Salik, Rüya’nın üvey kardeşidir. Rüya ve Galip evlidir evli olmasına ama bir tuhaflık vardır ilişkilerinde, bir eksiklik sanki. Çocukları olmamıştır. Rüya, polisiye romanları severek okur ama Galip onları anlamsız bulur. Üçüncü bölümde Rüya evi terk eder. Bunun işaretleri ikinci bölümde yer alan köşe yazısında belirir gizlice. İstanbul’un kıyametini anlattığı ürkütücü, karamsar ve efsanevi tablonun sonuna geldiğinde Celâl, büyük ihtimalle Rüya’yı çağırır gibidir: Canım, güzelim, kederlim, felaketler zamanı gelip çattı, gel bana, nerede olursan ol gel, ister sigara dumanıyla dolu bir yazıhanede, ister çamaşır kokan bir evin soğanlı mutfağında, ister dağınık mavi bir yatak odasında, nerede olursan ol, vakit tamam, gel bana [.] (Pamuk 30) Rüya gitmiş, giderken de ardında yeşil tükenmezle yazılmış on dokuz kelimelik bir veda mektubu bırakmıştır. Bu mektubun gizemi metnin kendisinde çözülmez. İki cümle sunulur. “Annemlerle idare edersin.” “Sana haber veririm.” Kara Kitap’ın Sırları adlı eser Orhan Pamuk’un notlarından hareketle bu metnin on sekiz kelimelik taslağını sunar: “Canım, Ben kafamı dinlemek için evden ayrılıyorum. Haberdar ederim. Merak etme. Annemleri idare edersin. Kendine iyi bak. Rüya.” (Hadzibegovic 32) Rüya gider. Arka plânda ise kar eserin karanlık atmosferini destekleyecektir. Galip’in iç mekânın bunaltıcı ve kısıtlayıcı yapısından sıyrılması Rüya’nın gidişiyle ve bu karla başlar. Artık mekân genişleyerek sokaklara, caddelere ve İstanbul’a evrilecektir. “Kar yağıyordu dışarıda; insanı dışarı çağıran ağır ve acıklı bir kar.” İşten eve, evden işe sıradanlığı bozulur Galip’in. “Karanlık yüzlü, kimliksiz dönüş kalabalığı”ndan (Pamuk 63) uzaklaşır böylelikle. Anlamsız bulduğu polisiye romanlarla benzer bir kurgu içine girerek tüm evi karıştırır. Tam bu noktada esere anlamını verecek benzerlik vurgusu yapılır. Rüya yoktur ve telefon çalar. Arayan Suzan Yenge’dir. Rüya varmış gibi konuşur Galip, telaşlandırmak istemez kadını. Suzan Yenge’nin şu cümlesi önemlidir: “Biliyor musun, sesin gerçekten telefonda Celâl’inkine çok benziyor. Yoksa sen de mi üşüttün?” (67) Galip’le Celâl arasındaki benzerlik kurulmaya başlanmıştır. Bu benzerliğin sezdirilmesiyle bir nebze tuhaflaşan Galip, Rüya’nın eski kocasının yanına dönmüş olabileceğini düşünür.

İçe Dönük, Umutsuz Bir İz Sürücü: Galip

Galip’in İstanbul’un sokaklarındaki yolculuğu böylece başlar. Aynı yolculukları daha evvelinde Celâl de yapmış, aynı yerlerde bulunmuştur. İkisi birbirlerini hem mecazen takip eder hem tamamlar gibi görünürler. Celâl yazılarını yazar, hikâyelerini anlatır: “Çünkü aslında yaşlı, mutsuz, huysuz ve yalnız olduğumu ve ölmek istediğimi anlattım.” (52) Galip de hüzünlü biridir. Kara Kitap’ın Sırları’nda Pamuk, başta ana temayı kıskançlık olarak belirlediğini söyler –bu kıskançlık durumu, metinde kendini pek göstermez- ve bu kıskançlığı tarif eder. Bu tarif, Galip’i anlatır: “Daha derin, acı, bir “pathos”u olan, içe dönük, umutsuz, insanı hüzünlü ve mutsuz yapan ama insanın kimseye sezdirmeden omuzlarında haçını taşır gibi taşıdığı kıskançlık…” (Hadzibegovic 93) Galip böyle bir hâldedir içten içe. Arar Rüya’yı ve bir yandan da Celâl’i soruşturur. İş yerine gider, bulamaz. Rüya’nın eski arkadaşı Saim’in yanına uğrar. Bir bahaneyle ondaki dergi-kitap arşivinden takma adlı yazarlara bakar. Sonra eski kocasını ziyaret eder. Herkes bir taklit içinde gibidir. Hatta taklidin taklidinin taklidi bazen. Bir sessizlik olur ve bu sessizlik, şu cümleleriyle bozulur Saim’in: “Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz!” dedi gururla Saim, bu şaşkınlık ve sessizlik ânında. “Yazı hariç.” (Pamuk 87) Metin, birbiriyle bağlantılı birçok nesne, olay, mekânla örülüdür ve bunun okuru şaşırtmaması için bir ikaz olarak algılanmalıdır bu cümle. Örneğin birinci kısmın “Üç Silhaşörler” isimli sekizinci bölümündeki metin içi gönderme etkileyicidir. Celâl, köşe yazısında üç tane deneyimli köşe yazarından bahseder ve onları takma adlarla sunar okura: Adli, Bahti ve Cemali. “53.A: Epigraf kullanmayın, çünkü yazının içindeki esrarı öldürür.” ve “54.B: Böyle ölecekse, öldür o zaman sen de esrarı, esrar satan yalancı peygamberi öldür.” (98) cümlelerini sarf ederler Adli ve Bahti. Aynı şahıslara ait epigraflar daha ilk kısmın ilk bölümünde, on üçüncü sayfada, kullanılmış ve metin içi kurgusal karakterlere yönelik bir göndermede bulunulmuştur. Yine birinci kısmın dokuzuncu bölümü Şeyh Galip’in –Hüsn ü Aşk’a daha sonra değineceğiz- şu epigrafıyla açılır: “Gâh kar yağıyordu, gâh karanlık” (100) Dikkatli okurlar 48. sayfada aynı sözün tanrısal anlatıcı tarafından kullanıldığını fark edecek ve metin içi göndermelerle dolu bu eserin sırlarını çözmeye çalışacaktır.

Taklit: Kendisi Olmak ya da Olamamak

Galip yürürken köşe yazılarını düşünür, Celâl’in hikâyelerini ve Celâl’i elbette. Bir “göz”ün kendisini takip ettiğini düşünür ve ürperir. Ezbere bilmektedir köşe yazılarını ve hatta tekrarlarının ne zaman çıktığını bile. Bir yazıda Celâl’in sorduğu şu soruyu yöneltir kendine: “Kendiniz olmakta güçlük çekiyor musunuz?” (101) Galip, arayışının kendini bulma üzerine olduğunu anlamaktadır yavaş yavaş. Ülkede herkes birilerinin taklidi durumundadır. “Galip, kendi dünyasında değil, Celâl’in anlattığı dünyada yaşamak istediğini düşündü.” (103) Bir gün başka biri olabileceğini hayal etmektedir. İş yerine gittiğinde bulamaz Celâl’i. Bir köşe yazarı Celâl’in “bütün insanlara tuhaf ve anlaşılmaz bir nefret duyduğunu” (109) söyler. Yalnız biridir Celâl. Hiç evlenmemiştir. Yakınında sadece ondan yirmi yaş küçük üvey kardeşi Rüya vardır. İkisinin bir arada olabileceğini düşünür açıkça Galip: “Rüya ile Celâl, Celâl’in bir evinde. Rüya ile Celâl bir otel odasında. Rüya ile Celâl sinemaya gidiyor. Rüya ile Celâl? Rüya ile Celâl?” (116) Bu sorgulamalar üstü kapalı bir yasak yakınlaşmaya yönelik şüpheleri de barındırma ihtimali açısından kıymetlidir. Celâl de ilk kısmın onuncu bölümündeki köşe yazısında onu takip eden bir “göz”ün varlığından söz eder ve bir anlamda bütünleşir Galip’le. (Bu göz, daha sonraki bölümlerde ‘alnın ortasındaki karanlık bir kuyu’ (368) olarak tanımlanacaktır.) Galip gibi o da “insanın taklit etmeden, bir başkası olmak istemeden yaşayabileceğini sanm[az].” (127) Kendisi olmak ister, sadece kendisi olmak. “Kendim olmalıyım, diye tekrarlıyordum, onlara hiç aldırmadan, onların seslerine, kokularına, isteklerine, sevgilerine ve nefretlerine aldırmadan kendim olmalıyım ben.” (195) Celâl kendisi değildir, kendisinin taklidi bile değildir: “Taklit ettiğim bütün bu kişilerin toplamı olan kendimi taklit ettiğimi hatırladım.” (196)

Post modern Yapı: Metin İçi ve Metinler Arası Bağlantı Zenginliği

Birinci kısmın on ikinci bölümü “Öpüş” başlığını taşır ve paragrafların ilk harfleri okunduğunda şu adres ortaya çıkar: Teşvikiye Cad Yüz Otuz Beş. Bu hem Kara Kitap’ta (482) hem de Kara Kitap’ın Sırları’nda aktarılan bir detay olarak belirir ve eserde Celâl’in gizli dairesine ev sahipliği yapan Şehrikalp Apartmanı’nın adresini, gerçek hayatta ise Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ın bir kısmını yazdığı Pamuk Apartmanı’nın adresini tarif eder. (Hadzibegovic 27) Celâl’in tüm yazıları kendinden izler taşımakta, kapalı bir döngüyle yine kendine çıkan bir yolu andırmaktadır. Yaptığı tüm göndermeler, tüm metinler arası bağlantılar yine onda düğümlenir. Galip, Rüya’yı arayışında başka bir kadınla öpüşüp bir bakıma arama eyleminden uzaklaşırken bu kadının söylediği esrarlı söz “Hepimiz O’nu bekliyoruz, hepimiz, hepimiz O’nu bekliyoruz.” (Pamuk 161) bir sonraki bölümde Celâl’in yazısına da sızar. “Hepimiz O’nu bekliyoruz. Hepimiz yüzyıllardır O’nu bekliyoruz.” (163) Bir kurtarıcı, mesih varlığıyla çatallanan hikâye karmaşıklaşmaya başlar. Umut, özgürlük ve Mehdi kavramları bir araya gelmiştir. Zaten Pamuk da amacını şöyle özetler: “Alakasız hikâyeler anlatıp alakayı okuyucuya bırakmak.” (171) Kuran’dan, İbni Batuta’nın Seyahatname’sine; Karamazov Kardeşler’den Le Grand Pacha’ya uzanan metinler arası bir bağlantılar ağıyla örülür bu karmaşıklık. Birinci kısmın on dördüncü bölümü bu karmaşıklık içinden eserin sonucunu beyan eden mühim bir ipucuyla kapanır.

BBC’den bir ekip Celâl’le görüşme yapmak için İstanbul’a gelmiştir. Celâl ortada yoktur. Onları Celâl’le görüştürmek isteyen İskender, ekibe bir İstanbul turu yaptırır. Tur “bir binbir gece İstanbul’u” (175) olarak ifade edilir ve Binbir Gece Masalları’na gönderme yapılarak şekillendirilir. Bir pavyonda herkes birbirine hikâye anlatmaktadır. Hatta hikâyelerden birini Orhan Pamuk devralır gibidir ve kendi öyküsünü anlatır bu “gözlüklü, uzun boylu adam.” (176) Karısı kendisini terk eden bir kocadan söz eder. Bu, Galip’in durumunu da andırır zaten. Taklidi gibidir hatta: “Her şeyin her şeyi taklit ettiği, bütün hikâyelerin ve insanların kendilerinden başka şeylerin taklidi ve aslı olduğu ve bütün hikâyelerin başka hikâyelere açıldığı bu dünya, yazara bir süre sonra o kadar gerçek gözükmeye başla[r]” (179) Kara Kitap’ın iç dünyasını da anlatır bu cümle bir yandan. Masada anlatılan hikâyeler birbirlerine ve Galip’in hikâyesine –onunki de diğerlerine- benzer bir şekilde anlatılır. Kara Kitap bu metin içi ve metinler arası göndermeli yapısıyla, kurmacasındaki katmanlarla post modern bir eser olarak konumlanacaktır.

Galip’in Kaçınılmaz Dönüşümü: Celâl Olmak

Galip, şehrin sokaklarında süzülür, Celâl’in bir köşe yazısında bahsettiği yeraltındaki manken atölyesine gelir. Burada Türklere fazlasıyla benzedikleri ve Batılı olmadıkları için atıl duruma gelmiş mankenler yer alır. Bunların arasında Celâl’in mankeninin olduğunu görür Galip. Bu durum yine metin içi bağlantı aracılığıyla daha önceden sezdirilmiştir bile. Şöyle demiştir Celâl: “[İ]şçi mankenleri arasında benim benzerlerim vardı, hatta kendim de vardım o yenik umutsuz karanlık içinde.” (74) Kendi kendisini cansız bir manken olarak hayal eden Celâl’in cansız mankenini görmüştür Galip işte. Hep ona özenen Galip, karşısında cansız da olsa gördüğü Celâl’e şöyle demek ister ama diyemez: “Senin yüzünden kendim olamadım hiç!” (204) Bu noktada tuhaf bir ikilem oluşur Galip’te: “Onu seviyordu ve ondan korkuyordu: Celâl’in yerinde olmak istiyordu ve Celâl’den kaçıyordu. Onu arıyordu ve unutmak istiyordu.” (204) Rehber eşliğinde turladığı bu manken atölyesinde ortaokul arkadaşı Belkıs’a denk gelir Galip. Kocası ölen Belkıs’ın aklında hep Galip olmuştur ve kadın hep Rüya’nın bir taklidi gibi yaşamıştır. “Hayatımın, olması gereken ‘asıl hayat’ın bir taklidi olduğunu, bütün taklitler gibi utanılması gereken, acıklı, zavallı bir şey olduğunu düşünüyordum.” (217) der Belkıs ve aslında Galip’in taklit olarak gördüğü hayatını taklit eden bir role bürünür, taklit içinde taklit oluşur ve bu, hikâye içinde hikâyeyle paralellik gösterir. Galip’in kendisi mi Celâl mi olduğu ikilemi de sürer bir yandan: “Ben bir başkasıyım!” dedi kendi kendine.” (237) Bir başkası olduğunu ima eder içtenlikle. İlk kısmın sonunda Galip artık Celâl’e dönüşmektedir yavaş yavaş. Aramaktadır Rüya ile Celâl’i ve aslında kendini, neyin taklidi olduğu sorusunun yanıtını aramaktadır harıl harıl.

Eserin ikinci kısmında Galip, Şehrikalp Apartmanı’nda ve Celâl’in dairesindedir. Dönüşüm mekânsal olarak da gerçekleşir. Celâl’in boşluğunu doldurur Galip. Evindedir Celâl’in. Çalan telefonu yanıtlar ve Celâl Bey olur bundan sonrasında. Onun sesini taklit ederek konuşur arayanla. Arayan Celâl’in tüm yazılarını okumuş ve onu en az Galip kadar tanıyan bir okurudur. Görüşmek istese de reddeder Galip. Celâl’in yatağına girer, pijamalarını giyer ve uyur. Hemen bir sonraki bölümde uyku üzerine bir köşe yazısı vardır Celâl’in ve adeta Galip’in varlığını hissederek yazmıştır bunu. İkili, farklı zaman ve boyutlarda birbirini tamamlayan ve bir diğerine ayna olan iki karakter olarak katkı sağlarlar metne böylece. Galip, yazdığı metinleri karıştırır Celâl’in. Mevlânâ üzerine yazdıklarına odaklanır. Bu noktada Celâl’in adının Celâleddin’i andırması ve soyadı Salik’in ‘tasavvuf yolcusu’ anlamına gelmesi Mevlânâ ve Celâl arasında bir bağ kurar. “Mevlânâ bütün hayatı boyunca kendisini harekete geçirecek, kendisini alevlendirecek bir ‘öteki’ni, kendi yüzünü ve ruhunu yansıtacak bir aynayı ara[r]” (272) Celâl’in kendisini Mevlânâ’nın yerine koyduğunu ‘apartman benzetmesinden’ (kuyuya benzemesi sayfa 221) çıkaran Galip, bu tuhaf benzerliği rahatsız edici bulur. Kendisi de Celâl’e benzemeye çalışmaktadır ve bir başkasına benzemeye çalışan birine benzemek istemez artık: “Galip bütün dünyayı bu umutsuz ve sıkıcı bakışla gören kişiden kurtulmak, bir başkası olmak istiyordu.” (281) (Celâl’in, Mevlânâ’nın başka erkeklerle olan cinsel ve mistik yakınlığına yaptığı göndermeleri rahatsız edici bulan Galip’in kendisini Şems olarak konumlandırmış ve durumu bu yönde anlamaya çalışmış olabileceği de söylenebilir.)

Benzemek istemez Celâl’e Galip ama elinde değildir bu, benzer. Onun tekrar eden eski köşe yazılarının da tükenmekte olduğunu görür ve Celâl olarak yazı göndermeye başlar gazeteye. Hurufilik konusu eser içinde kendini açıktan açığa belli eder ve Galip’in dönüşümünde etkili bir rol oynar. Harflerin sırları ve yüzlerin anlamları arasındaki bağa işaret eden bu inanışa dair Celâl’in kitaplarını inceleyen Galip, fotoğraflara ve onlardaki esrara bakar. Yüzlerdeki anlamı görmeye çalışır. Her şeyin bir başka şeyi işaret ettiğini ve aslında kendini yansıtmaktan çok başka bir şeyin esrarını sunduğunu düşünür. Bu, taklit içinde taklit ve hikâye içinde hikâyeye benzer. “Yola çıkmak isteyen, yeni âlemi kurmak isteyen herkes, yüzündeki harfleri görmeliydi önce.” (338) Kendi yüzüne bakar bu cümleyi okuduktan sonra ve ‘dehşet’e düşer. (339) Onu neyin dehşete düşürdüğü bir muamma olarak kalır. Celâl’in tasvir ettiği apartman karanlığına/kuyuya bakmak ister. İçinde Celâl ve Rüya ile birlikte olmak isteği uyanır ama çemberin dışındadır. Celâl ve Rüya’yı birbirine bağlayan ama kendisini dışarıda bırakan çemberin dışında olmanın bir sonucudur bu dehşet. Sonraki köşe yazılarını Galip yazacak ve gazeteye yollayacaktır artık. Galip, Celâl olmuştur. Şöyle der Celâl’e köşe yazısında: “[Ç]ünkü kendimden bahsettiğimde biliyorum senden söz ettiğimi ve senin hikâyeni anlattığımda biliyorsun kendi anılarımı dile getirdiğimi.” (351) Yeni hayatına başlamıştır artık. (357) Bir başkasıdır. Hatta “Ben hem kendimim, hem de bir başkası.” (412) der Galip ve kara, kapkara, karanlık sayfalara (488) bakar. Eserin son cümlesi ise daha önce tekrar edilmiş bir ifade olarak sunar kendini: “Çünkü hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz. Yazı hariç. Yazı hariç. Evet tabii, tek teselli yazı hariç.” (489)

Hüsn ü Aşk:  Aşk’ın Arayış ve Buluş Hikâyesi

Galip’in arayışının önce Rüya, sonra Celâl’le başladığını ve nihayetinde kendine döndüğünü söylemiştik. Galip’in adını aldığı Şeyh Galip, 1782’de kaleme alır Hüsn ü Aşk’ı. Aynı kabilede doğan Hüsn (kadın) ve Aşk (erkek) karakterlerinin birbirine olan aşkını anlatan eser, Aşk’ın Hüsn’le evlenebilmek için katlandığı nice cefayı (kuyuya düşmek, deve esir olmak, yanan gemiyi geçmek, cadıdan kurtulmak, Hüsn’ün benzeri Çin padişahının kızının tuzağına düşmek, vb.) konu alır. Önce Hüsn sever aşkı. Sonra aşk Aşk’ı bulur. İster Hüsn’ü kabilenin ileri gelenlerinden. Kendisiyle alay ederler ve çile çekmesi gerektiğini söylerler. “O şehirde kimyâ olurmuş, ama yolda da çok belâlar varmış.” (Galib 226) Kalb ülkesine gidip adı geçen kimyayı getirdiği takdirde kızı alabileceğini ifade ederler.

Aşk’ın yola koyuluşu ile başlar zorluklar. Celâl’in “Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk’ında anlattığı Mevlânâ’nın Mesnevi’sinde hikâye ettiği kuyunun orası olduğunu bilirdim.” (Pamuk 221) şeklinde bahsettiği apartman boşluğuna/kuyuya düşer Aşk. Esir olur deve. “Dev, ne yola gitmek istiyordun da dedi; tedbirsizce böyle kuyunun dibine düştün?” (Galib 228) Kuyudan kurtulduktan sonra Galip’in aynada yüzünü görünce/okuyunca yaşadığı dehşetin bir benzerine kapılarak çöle düşer Aşk: “Dünyâ dehşetten bir karaltı hâline geldi; dağlar bile kasırgaya ayak uydurup uçuştu.” (232) Öykünün sonunda Kalb ülkesine gelir Aşk ama anlamıştır ki “Aşk Hüsn’dü, Hüsn de aşkın ta kendisi.” (269) Hüsn’e kavuşmak için meşakkatli bir yolu deviren Aşk, aslında Hüsn’e ulaşmak ve onu bulmak için bir yolculuk yapar. (Tasavvufi olarak Allah’ı bulma olarak tanımlanır bu serüven) Galip de Aşk gibi Rüya’nın (ve de Celâl’in) ardına düşer. Onları ararken kendisini aradığını, kendisine ulaştığını fark eder. “Galip’in sonunda Celâl’e de Rüya’ya da ihtiyacının kalmayacak bir duruma gelmesi ve Celâl’in yerini alıp onun yazılarını yazmaya başlaması da Hüsn ü Aşk’ta Aşk’ın hikâyesinin sonunu akla getirir.” (Hadzibegovic 67)

Kara, Kapkara, Karanlık Son

Elinde kara bir kitapla kalakalır Galip. Celâl ve Rüya metnin kendisinden sızan sırlarla çıkarlar açığa. (Bu sonu burada açık etmeyelim.) Galip’se kendini aradığını, Aşk gibi, fark etmiştir çoktan. Galip, Rüya’nın gidişiyle sıradanlıktan uzaklaşmış, Celâl’e ne denli benzediğinin farkına varmıştır. Aslında Celâl de, diğerleri de, herkes, bir diğerinin taklididir. Kimse kendisi olarak var olamamış, kendisi olarak var olamadığı için başkalarının hikâyelerini aktararak huzur bulmaya çalışmıştır herkes. Hikâyenin sonunda Galip kendisini aradığını anlamış ve bulmuştur da evet ama Galip, başkalarının toplamını taklit eden kendini bulmuştur olsa olsa. Kara, karanlık, kapkara kendini bulmuştur bulsa bulsa.



Kaynakça

Galib, Şeyh. Hüsn ü Aşk. Çev. Abdülbâki Gölpınarlı. Yedinci Baskı. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları,
                Nisan 2016. Baskı.

Hadzibegovic, Darmin, haz. Kara Kitap’ın Sırları. İstanbul: Yapı Kreid Yayınları, Ekim 2013. Baskı.

Pamuk, Orhan. Kara Kitap. Birinci Baskı. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, Haziran 2016. Baskı.






No comments:

Post a Comment