March 26, 2017

ÂDEM’İN ÖYKÜSÜ






“Napiyin abla?”
“Napiyim kız, sen napiyin?”
“Napiyim, nasıl oldu senin Âdem?”
“Nasıl olsun, evden çıkmıyor, bi sessiz, bi sessiz. Çıkmıyor.”
“Eee, napacan?”
“Napiyim?”
“Nebliyim, hadi görüşürüz, selametle”


“Bir sağa bir sola döndü Âdem. Burnu kalktı, burnu indi. Az ötede, duvarın kıyısında biri kendini izliyordu.” Dur anlatıcı, dur şapşal, dur avanak, dur. Her şeyi bilmene, her şeyi anlatmana gerek yok. Dur. Bu öyküyü “her şeyi bilen bir anlatıcının” eline vermeyeceğim. Aslında, Âdem’in öyküsünü aktarırken benim de bir anlatıcı olduğumu ve metne sızdığımı biliyorum ama yine de direneceğim. Âdem’i tanıyorum, mahallemizde oturur. Konuşurken tıslar. Solgun bir kamyon olur, fıslar. Papyon takar, bazen kravat. Beyaz gömlek giyer, çukur ve çöple dolu sokaklarda ışıl ışıl yürür. (Burada bir genellemeye gitmeyeyim. Filmden sonra böyle en azından.) Güneşe bakar, badem gözleri erir, bakar güneşe, dudaklarını kemirir.

Âdem benim arkadaşım, bu onun öyküsü.

“Deliydi Âdem.”

Sus anlatıcı, girme araya. Söz etme, neden söyledin? Deli değildir Âdem, farklıdır sadece. Evinde dokuz kedisi var. Semirmiş kediler, kara olanları, bal yanaklılar, nasipsizler bir de. Bacağını ısırmış kedilerin anası geçen gün. Mosmor etmiş. Yeşilden açık kreme çalan bir yarık bırakmış geride. Usulca miyavlamış, gitmiş. Âdem anlattı fısıl fısıl: “Canımı yaktıf. Onları sevfiyorum. Finsanları değfil, kedfileri sevfiyorum.” Yazı dilinde afili görünmeyen bu sözcükler o ân pek bir anlamlı gelmişti bana, anımsıyorum. Elinde minik bir kedi, anlatıyordu Âdem, üstünde kedi tüylü beyaz gömleği: “Bu elfimdeki vfar ya, fhas kedfi, iyi kedfi. Dostf kedfi.” Dermanı kalmamış, susamış, bir şişe suyu boğulurcasına içmişti. Sonra bir ferahlamış, sakinlemişti. Suskunluk ve yavru kedinin mırmırlayarak şişen minik karnı.

“Annesini de öldürdü Âdem.”

Anlatıcı çık aradan, konuşma. Ne geçti eline? Annesinin ölümüne dair bu gerçeklikten ben bile emin değilim. Sen nereden biliyorsun? “Annesini acımasızca öldürdü.” Tamam, kabul, anlat, anlat da görelim, bilelim. Nasıl oldu?

“İşkence etti annesine. İzlediği filmdeki sapık doktor gibi giyiniyordu bir süredir. Beyaz gömlek, papyon veya kravat. Pek dışarı çıkmamaya başlamıştı. Balayı adlı bir İspanyol filminden etkilenmişti galiba.” Galiba? Senden daha net bir cümle beklerdim. “Balayı adlı 2015 yapımı filmden etkilenmişti. Filmdeki sapık doktor, evli bir kadını eve hapsediyor ve kadının kendisiyle yaşamasını istiyordu.” Böyle daha inandırıcısın sayın anlatıcı, devam et. “Babasını kaybetmişti yıllar önce.” Kim? Âdem mi? Bu kısmı anlatma bari. “Annesi ile birlikte kalıyordu. Yaşlı kadın, dul aylığı ile geçinmeye çalışıyor, hasta oğluna bakıyordu. Kedileri bir camdan atsa, öbüründen yenisi geliyor; elinden süpürge, bez düşmeyen kadın günbegün tükeniyordu. Dış kapıyı sıkı sıkıya kilitlese de salonda bulamıyordu oğlunu. Camdan atlıyordu bazen, bazen ortadan kayboluyordu anlamadan.” Evet, evin kaçıncı katta olduğunu; oda sayısını da söyle istersen, okuyucuya hiç iş bırakma. Yoksa bahçe katı mı? “Günün birinde” Bayılıyorum böylesi usta işi zaman geçişlerine, günün birinde. “Günün birinde, baygın düştü annesi. Seslendi oğluna. Âdem, dedi, oğlum nirdesin? Ses yok. Mırıldanan kedilerin göbek sesi yok, ses yok evde, yok. Açtı gözlerini kadın.” Ne ara kapandı gözleri, bunları söylerken kapalı mıydı yani? “Yatağa bağlanmış. Oğlu tuvaletin kıyısında, filmdeki gibi, duş başlığından akan suyu dudaklarıyla yalıyor ve şeytani gülümsemeler sıçratıyor etrafa. Mikrofonlaştırıyor duş başlığını, filmde yok, fısır fısır bir türkü olup akıyor. Annesi görüyor oğlunu. Eli kolu bağlı. Kim etti evladım, diyor, kimin işi bu, napiyim ben, nereye gidiyim? Çıkıyor içeriden oğlu bir hışımla. Kaşları sertleşmiş birer öfke kılıcı, gözleri bomba, dudakları kitle imha silahı.” Bunlar nasıl benzetmeler her şeyi bilen anlatıcı? Bunlar nasıl ifadeler? “Annfe, diyor, annfe, dudakları büzülüyor. Annfe? Anne dinlemekte. Söyle kadersizim, konuş. Neydi o türkü? Onu söyle, bak huzur buliyim, ferahliyim, söyle.” Neydi o türkü, anlatıcı? “Annesinin üzerine gitti. Elinde karanlık bir neşter, filmdeki gibi. Yapma oğlum, diyor annesi. Kadersizim yapma. Filmdeki doktora dönüşüyor Adem’in gövdesi.” Anlamadık sanma anlatıcı. Bir anda geçmiş zamandan şimdikine geçtin. Tuhafsın. “Adem’in gövdesi. Kırılgan, esnek ve zalim. Başında bone, elinde ameliyat eldiveni tadında bulaşık eldiveni. 8 numara. Çaresizlik.” Mizah. Kara olanı. “Neşteri saplıyor annesinin karnına, kendisini taşıyan yeri yarıyor. Fışkıranlar. Akanlar. Badem gözlü Adem’in elindeki neşter karnın içinde. Organlar dökülüyor, eriyor. Oğlum, ben napiyii” diyemeden vefat ediyor annesi. Bir zincir de Adem’in boynunda.” Ne zinciri yahu?” “0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0- şeklinde, iki metre uzunluğunda bir zincirle bağlı yere Âdem. Koparmaya çalışıyor, olmuyor. Sakinleşiyor, alınan derin nefesler. FHof, fhof, fhof. Filmdeki gibi. Kediler miyavlıyor bir ağızdan. Filmde yok.” Bıraksak bu film kıyasını? “Koyu karanlık neşteri kendi parmaklarına saplıyor, deşiyor sağ elinin dört parmağını. Bir mantığı yok, filmde öyle. Bunu gören dokuz kedi sırayla üstüne atlıyor, yapma atlayışı bunlar, aklını başına devşir atlayışı, acıktık ve doğamız bu atlayışı da aynı zamanda. Öfkeli Âdem. Öfkeli.” Evet, kaşları neydi? Kılıç. “Gelen kediyi parçalıyor, dokuz ölü.” Hızlı geçtin bu fantastik kısmı. “Sakin Âdem. Rahatladı.” Geçmiş zamana dönüş. “Rahatlıyor” Tamam, sustum efendim.

Evet, her şeyi biliyorsun anlatıcı. Kabul. Yine de bu durum her şeyi kavradığın anlamına gelmiyor. Mesela şu an Âdem yolda, sana geliyor. Öyküyü tamamlamak istiyor.

“Bir sağa bir sola döndü Âdem. Burnu kalktı, burnu indi. Az ötede, duvarın kıyısında biri kendini izliyordu. Fark etti bunu, keşke etmeseydi. Arkamda şimdi. Elinde çiçek. Yok değilmiş, bıçak. Ah, bıçak. Parmaklarımı yarıyor, filmdeki gibi. Acı. Hakiki.”

Ben biraz kendim, biraz Âdem’im, sayın her acıyı her açıdan çeken anlatıcı. Bunu da bilseydin keşke.

“Acı. Hakiki. Âdem, beni kandırmanın huzuruyla ilerliyor evin içine. Her yer kedi. Her yer kedi. Kedili Deli.” Bunu sevdim. “Kedili Deli.”

Anlatıcı ölüyor (Tam da öykü bitmişti.)

Sahi, o türkü neydi sayın ölü anlatıcı? Biliyorum:

                                                                                 “Bir hâl gelirse cana, haber salın anama
 Türkü yakıp yollasın gülüm, merhem edem yarama
 Anam, anam, öz anam; koynu dolu köz anam
 El ağlar, yalan ağlar gülüm; ağlar benim öz anam”

No comments:

Post a Comment