Sağına dönüyor, deliye, soluna, arıyor, çantasını
karıştırıyor, kırıştırıyor kaşlarını, kaçırıyor bakışlarını diğerlerinden, kim
varsa civarında, saklıyor kendini ama bulamıyor sakladığı, ta çantasının dibine
gizlediği ve adını göz göre göre unuttuğu şeyi, arıyor, bulamıyor da susuyor,
kararıyor yüzü, kararıyor.
***
Mesleğim dış cephe cam temizleyiciliği. Gökdelenlerin, koca
koca binaların, plazaların ışıltılı camlarına dokunuyor ellerim. Yerden onlarca
metre yüksekte, korunaksız sepetler içinde kat kat yükselerek parlatıyorum
griliği. Gökdelenler çoğalalı beri işimiz iyi. Giyerim turuncu tulumumu; kova,
arka kemer cebime tutturulmuş hâldedir ve huzurluyumdur izlerken camın
yansımasında kendimi. Püskürtürüm cam temizleyiciyi, fırça, bez, enfes.
Kat kat ilerlerken hafta sonudur tabii, boştur ofisler.
Görmeye çalışırım içeriyi. Buruşturulmuş kâğıtlar görürüm, karton kahve
bardakları ve lekelerini kahvenin, özensizce dizilmiş ve patron gelince
çalışıyor izlenimi verilsin diye bir miktar da uzunlamasına sıralanmış
kitapları ve bunların ardında oluşan güvenli bölgeye neşeyle saçılmış magazin
dergilerini görürüm iyice bakarsam. Bazen kendimi verirsem yutkunulmuş ve
söylenememiş cümlelerin ağırlığını da görür ve hisseder gibi olurum camdan
taşacak sessizliği hatta. Öylesi anlarda ben de yutkunurum bir yaşam refleksi
göstererek tabii ve çıkmaya devam ederim katları. Katın birinde emekli olacak
bir çalışanın yorgun şapkasını görürüm bazen, yorgun atkısını ve şemsiyesini;
yıllanmış çaresizliğini görürüm ki bu çaresizlik cama pütür pütür yapışır
zaten, görür de gülümser, gülümser de geçerim, geçer, derim, camın dışı temiz
ama içi de temizlenince geçer, gülümserim.
***
Bu sefer, hafta içine denk geldi temizlik. Bazen olur böyle,
tek tük. Sorun olmaz. İçerdekileri çok rahatsız etmeden süzüleceğim. Büyük bir
şirket olmalı burası, önemli bir kurum. İlk kez geliyorum. Bahçesinde kirli
ağaçlar, bahçesinde tozlu ağaçlar ve bahçesinde bir koku var. Girince içeriye
titretti beni koku, kovamı, fırçamı savurdum bir yana, düştüm siyah kırmızı
dilim taşların üstüne. Odasında çay içen bıyıklı, silahlı güvenlik görevlisi
dikildi başıma. İyi misin hemşerim? Kaldırdı beni, sessizim. Tulumuma bulaşan
kokuyu silkeledimse de gitmedi, yapıştı saçlarıma sanki ve oradan dilime gitti,
düğümledi. Konuşamadım. Temizlikçisin herhalde, geç şöyle, dedi ve duydum
dediğini ben hareket etmeyince: Deliler de bizi buluyor, aptal herif.
Kımıldadım isteksizce. İçime sinen koku aslında sinmemişti içime ve rahatsız
etmişti beni. Yürürken ben duydum adamın konuştuğunu telsiziyle: Tekinsiz
görünüyor bu temizlikçi. Dikkat et, Abdi. Suya giren ördek paytaklığındaki
telsiz sesleri biraz olsun sakinleştirdi beni ve güvenlik görevlisinin
“tekinsiz” sözcüğünü kullanmış oluşu gülümsetti ruhumu, temizledi içimi.
Sepete geçtim. Çalıştırdım makineyi, sistemi başlattım.
Kancalar sabitlendi yerine, başladım yükselmeye. Yükselip başımı çevirdiğimde
girişe, gördüm tepelerini uğursuz ağaçların, zehirli ve büyülü, esrarlı
ağaçların. Kara kara idi gündüz vakti, bir asır önce yakılmış da kül olmuş,
sonra bir asır geçip yeniden yeşermiş ve bir kez daha yakılmışçasına kararmış,
kokuşmuştu göğe varan noktaları. Peruk olup kondurulmuşlardı oralara. Onlar
kokuyor, havayı, zamanı ve gökten yere doğru zemini zehirliyorlardı. Cama
tıklattı içerideki adam. Duyamadım sesini oradan ama işine başlasana, diyordu
beden dili. Yapsana işini, durmasana. Toparlandım. Temizlik, koku, mis olan
camlar. Elimden gelse şu ağaçları da temizlerdim, neyse, işim uzun.
Katın birinde gördüm kadını. Karıştırıyordu çantasını.
Masasının öbür ucunda birkaç bıyıksız adam oturmuş, suçlar gözlerle hayali bir
daralan kafese hapsetmişlerdi onu. Adamların birisi –bol sakallı- beline
götürdü elini. Soğuk metal, kirli yüzeyi, temizlenmeli. Oradaydım, görmediler
beni, hissettirmedim mevcudiyetimi.
Sağına döndü kadın, soluna, aradı, çantasını karıştırdı,
kırıştırdı kaşlarını, kaçırdı bakışlarını adamlardan, sakladı kendini ama
bulamadı sakladığı, ta çantasının dibine gizlediği ve adını göz göre göre
unuttuğu şeyi, aradı, bulamadı da sustu, karardı yüzü, karardı. Eli tabancasına
gitti bıyıksız ama bol sakallı adamın. Doğrulttu kadına soğukkanlı bir şekilde.
Kirlenecekti her yer, adam kadını temizleyecekken. Hava karardı nedense, kara
bulutlar çöktü tepeye, kirli ve kokulu bulutlar donattı gökyüzünü. Telsiz
seslerini duydum yükselen göğe: Adamlara istedikleri şeyi vermiyormuş kadın. O
aptal temizlikçi de tam o katta kaldı. Sık şunun bacağına Abdi.
Bacağıma saplanan kirli kurşun. Kaslarımın yırtılması,
akması kırmızısının vücudumun. Dönmesi başımın. Görememek gerisini. Kapanan ve
açılan gözler. Elimde telsiz: Abdi, duyuyor musun? Kadının renkli gözleri
önümdeki, oyulmuş boncuk gözleri, çantası onun ve şifreleri şirketin şu an
elimdeki. Telsizin sesi: Abdi, işlem tamam mı? Harika gözleri kadının, kirli
elleri karanlığın. Abdi, adamları hallettim. Neredesin? Hemen arkasındayım
kirli güvenlik görevlisinin, güvende değil ne yazık ki.
Sağına dönüyor, deliye, soluna, arıyor, ceplerini
karıştırıyor, kırıştırıyor kaşlarını, kaçırıyor bakışlarını benden, kadının
boncuk gözlerinden, sığınıyor telsizin paytaklığına. Abdi, Abdi? Kokulu
ağaçlardan atlıyor sanki Abdi, kapanan gökyüzünden dökülüyor, fırtına olup
deviriyor beni yere, savruluyor oyulmuş gözler elimdeki. Gözlerimi de alıyor
benden, parçalıyor sessizliği içimdeki, karartırken görebildiklerimi. Şimdi
biraz daha kirleniyor koca bina. Lağım akıyor üzerinden, kubur fareleri
çiğniyor ağaçlardaki çirkinlikleri. Şimdi, tam da şimdi, göremiyorum
temizlenenleri.
Işıltısız, karanlık vücuduma
dokunuyor Abdi’nin tekinsiz elleri.
No comments:
Post a Comment