November 17, 2017

TEKİNSİZ


Sağına dönüyor, deliye, soluna, arıyor, çantasını karıştırıyor, kırıştırıyor kaşlarını, kaçırıyor bakışlarını diğerlerinden, kim varsa civarında, saklıyor kendini ama bulamıyor sakladığı, ta çantasının dibine gizlediği ve adını göz göre göre unuttuğu şeyi, arıyor, bulamıyor da susuyor, kararıyor yüzü, kararıyor.

***

Mesleğim dış cephe cam temizleyiciliği. Gökdelenlerin, koca koca binaların, plazaların ışıltılı camlarına dokunuyor ellerim. Yerden onlarca metre yüksekte, korunaksız sepetler içinde kat kat yükselerek parlatıyorum griliği. Gökdelenler çoğalalı beri işimiz iyi. Giyerim turuncu tulumumu; kova, arka kemer cebime tutturulmuş hâldedir ve huzurluyumdur izlerken camın yansımasında kendimi. Püskürtürüm cam temizleyiciyi, fırça, bez, enfes.

Kat kat ilerlerken hafta sonudur tabii, boştur ofisler. Görmeye çalışırım içeriyi. Buruşturulmuş kâğıtlar görürüm, karton kahve bardakları ve lekelerini kahvenin, özensizce dizilmiş ve patron gelince çalışıyor izlenimi verilsin diye bir miktar da uzunlamasına sıralanmış kitapları ve bunların ardında oluşan güvenli bölgeye neşeyle saçılmış magazin dergilerini görürüm iyice bakarsam. Bazen kendimi verirsem yutkunulmuş ve söylenememiş cümlelerin ağırlığını da görür ve hisseder gibi olurum camdan taşacak sessizliği hatta. Öylesi anlarda ben de yutkunurum bir yaşam refleksi göstererek tabii ve çıkmaya devam ederim katları. Katın birinde emekli olacak bir çalışanın yorgun şapkasını görürüm bazen, yorgun atkısını ve şemsiyesini; yıllanmış çaresizliğini görürüm ki bu çaresizlik cama pütür pütür yapışır zaten, görür de gülümser, gülümser de geçerim, geçer, derim, camın dışı temiz ama içi de temizlenince geçer, gülümserim.

***

Bu sefer, hafta içine denk geldi temizlik. Bazen olur böyle, tek tük. Sorun olmaz. İçerdekileri çok rahatsız etmeden süzüleceğim. Büyük bir şirket olmalı burası, önemli bir kurum. İlk kez geliyorum. Bahçesinde kirli ağaçlar, bahçesinde tozlu ağaçlar ve bahçesinde bir koku var. Girince içeriye titretti beni koku, kovamı, fırçamı savurdum bir yana, düştüm siyah kırmızı dilim taşların üstüne. Odasında çay içen bıyıklı, silahlı güvenlik görevlisi dikildi başıma. İyi misin hemşerim? Kaldırdı beni, sessizim. Tulumuma bulaşan kokuyu silkeledimse de gitmedi, yapıştı saçlarıma sanki ve oradan dilime gitti, düğümledi. Konuşamadım. Temizlikçisin herhalde, geç şöyle, dedi ve duydum dediğini ben hareket etmeyince: Deliler de bizi buluyor, aptal herif. Kımıldadım isteksizce. İçime sinen koku aslında sinmemişti içime ve rahatsız etmişti beni. Yürürken ben duydum adamın konuştuğunu telsiziyle: Tekinsiz görünüyor bu temizlikçi. Dikkat et, Abdi. Suya giren ördek paytaklığındaki telsiz sesleri biraz olsun sakinleştirdi beni ve güvenlik görevlisinin “tekinsiz” sözcüğünü kullanmış oluşu gülümsetti ruhumu, temizledi içimi.

Sepete geçtim. Çalıştırdım makineyi, sistemi başlattım. Kancalar sabitlendi yerine, başladım yükselmeye. Yükselip başımı çevirdiğimde girişe, gördüm tepelerini uğursuz ağaçların, zehirli ve büyülü, esrarlı ağaçların. Kara kara idi gündüz vakti, bir asır önce yakılmış da kül olmuş, sonra bir asır geçip yeniden yeşermiş ve bir kez daha yakılmışçasına kararmış, kokuşmuştu göğe varan noktaları. Peruk olup kondurulmuşlardı oralara. Onlar kokuyor, havayı, zamanı ve gökten yere doğru zemini zehirliyorlardı. Cama tıklattı içerideki adam. Duyamadım sesini oradan ama işine başlasana, diyordu beden dili. Yapsana işini, durmasana. Toparlandım. Temizlik, koku, mis olan camlar. Elimden gelse şu ağaçları da temizlerdim, neyse, işim uzun.

Katın birinde gördüm kadını. Karıştırıyordu çantasını. Masasının öbür ucunda birkaç bıyıksız adam oturmuş, suçlar gözlerle hayali bir daralan kafese hapsetmişlerdi onu. Adamların birisi –bol sakallı- beline götürdü elini. Soğuk metal, kirli yüzeyi, temizlenmeli. Oradaydım, görmediler beni, hissettirmedim mevcudiyetimi.

Sağına döndü kadın, soluna, aradı, çantasını karıştırdı, kırıştırdı kaşlarını, kaçırdı bakışlarını adamlardan, sakladı kendini ama bulamadı sakladığı, ta çantasının dibine gizlediği ve adını göz göre göre unuttuğu şeyi, aradı, bulamadı da sustu, karardı yüzü, karardı. Eli tabancasına gitti bıyıksız ama bol sakallı adamın. Doğrulttu kadına soğukkanlı bir şekilde. Kirlenecekti her yer, adam kadını temizleyecekken. Hava karardı nedense, kara bulutlar çöktü tepeye, kirli ve kokulu bulutlar donattı gökyüzünü. Telsiz seslerini duydum yükselen göğe: Adamlara istedikleri şeyi vermiyormuş kadın. O aptal temizlikçi de tam o katta kaldı. Sık şunun bacağına Abdi.

Bacağıma saplanan kirli kurşun. Kaslarımın yırtılması, akması kırmızısının vücudumun. Dönmesi başımın. Görememek gerisini. Kapanan ve açılan gözler. Elimde telsiz: Abdi, duyuyor musun? Kadının renkli gözleri önümdeki, oyulmuş boncuk gözleri, çantası onun ve şifreleri şirketin şu an elimdeki. Telsizin sesi: Abdi, işlem tamam mı? Harika gözleri kadının, kirli elleri karanlığın. Abdi, adamları hallettim. Neredesin? Hemen arkasındayım kirli güvenlik görevlisinin, güvende değil ne yazık ki.

Sağına dönüyor, deliye, soluna, arıyor, ceplerini karıştırıyor, kırıştırıyor kaşlarını, kaçırıyor bakışlarını benden, kadının boncuk gözlerinden, sığınıyor telsizin paytaklığına. Abdi, Abdi? Kokulu ağaçlardan atlıyor sanki Abdi, kapanan gökyüzünden dökülüyor, fırtına olup deviriyor beni yere, savruluyor oyulmuş gözler elimdeki. Gözlerimi de alıyor benden, parçalıyor sessizliği içimdeki, karartırken görebildiklerimi. Şimdi biraz daha kirleniyor koca bina. Lağım akıyor üzerinden, kubur fareleri çiğniyor ağaçlardaki çirkinlikleri. Şimdi, tam da şimdi, göremiyorum temizlenenleri.

 Işıltısız, karanlık vücuduma dokunuyor Abdi’nin tekinsiz elleri.


No comments:

Post a Comment