February 24, 2018

YERYÜZÜ KITIRTILARI

Rüyalarının tümü karışık ama şimdi istediğin yerdesin. Takip ettiler, aldırmadın; kovaladılar, kaçtın, koştun ve söküldü ciğerlerin, kaçtın. Hikâyenin burada, bu dağ evinde, biteceğini nasıl bilebilirdin?

Annen ağlıyor ütü yaparken. Buharlar çıkıyor odadan, tül perdeden karşı binadaki yalnız adam görünüyor. Annen ağlıyor, televizyonda yaşam guruları tavsiyeler veriyor, stresi önleyen kürler listeleniyor, annen ağlıyor. Herif, herif, diyor. Herif, yoksun yine. Sigara yanığının delikten lekelerine sürüyor ısınan metali. Bebek bağırıyor, uyanmış. Dışarıda patlama sesleri. Nasıl anlarsan öyle. Camlar cızır cızır ediyor.

İkinci kattaki evinize balkondan tırmanmıştın kapıda kaldığın bir gün. Hırsız olmak istemiştin, alt kattakileri soymak önce. Yeni evli çift taşınmışlardı iki katlı gecekondunun ilk katındaki döküntüye. (Senin evin de döküntüydü, gizleme) Birkaç gün sonra gelmişti horultulu bir kamyon mahalleye. Geceyi parçalamıştı motor sesi, dünyada onu bastıracak ses yoktu, o sesi bastırmıştı kamyonun kasasından inen akraba gevezelikleri. İzlemiştin çatlak pencerenden. Bir sigara yakmıştı onları getiren komisyoncu, karanlıktı, aracın farlarının aydınlattığı karanlıklarda yeryüzü kıtırtıları uçuşuyordu. Diğer gecekonduların çatılarına konuyordu bunlar, çatıların kırık kiremitleri yerine gelişigüzel yerleştirilmiş naylonlara ve öksüren bir sobanın küf küf yükselen zehrine de yapışıyorlardı tabii. Parasını almak isteyen komisyoncuyu merdivenden yuvarlamışlardı ve far aydınlığına bir kırmızı şiddet dökülmüştü pullanarak. Kahkahalar bilmediğin bir dilde yükselmişti. Kem gözlü kara bir kedi –karanlıkta tüm kediler karadır- parıldayan gözlerle yaklaşmıştı merdiven bitimindeki yaralı komisyoncuya. Yalamıştı yarılmış bacaktaki kanı, tozu toprağı. Eve giriyorlardı sırayla akrabalar. Sağa sola vurarak, bebe inlemelerini dindirerek, örtüler ve şarkılarla giriyorlardı içeri. Susmamışlardı gece boyu. Sen dinlemiştin onları, odan soğuktu, yataktaydın. Annen yanına gelmiş –sen uyur gibi yaparken- ağlamış, gözyaşlarıyla seni ıslatarak, anne kokusuyla sobadaki kısıtlı kömürü tutuşturmuştu birkaç çıra yardımıyla. İçin ısınmıştı, gülümsemiştin. Baban yoktu, gelmemişti, ağlamış, sızlamıştın.

Yeni binaların dikilmesi uzun sürmedi, teker teker gittiler komşular. Zehra Abla gitti sözgelimi, kızları Ayşe ve Hüzün gitti. Onlardan söz edilmesini istemiyorsun, tamam. Gözü gibi baktığı çiçeklerini de kopardı attı iş makinesi. Bütün iş makineleri acımasızdır, dedin o gün. Bu sözün hâlâ arkasında mısın? Baban uğradı eve nihayet. Aldatıyordu anneni, biliyorsun. Bıyıklarındaki grilerden anlıyordu annen bunu, yürüyüşünden. O kadın için, o kahpe için dayak yemiş de gelmiş eve, boyun devrilsin. Böyle demişti sana annen. Babanın gözleri küçülmüş, burnu dağılmıştı. Anneni itekledi, bağırdı canavarca, iç odada bebek bağırıyor, uyanmış. Balkonda çatlaklar, titreyen saksılar, şehrin tepeden görünümü ve alttan gelen gürültüler. Babanın eve geldiği gün zor geçti. Dayak yediği için yaralı, o kadın onu bıraktığı için üzgün, anneni dövdüğü için pişman, alttakiler gürültü çıkardığı için öfkeliydi. İndi aşağı, susun ulan, dedi. Birkaç kadın hayaleti titredi kalın perdelerin ardında. Sessizlik oldu bir hafta boyunca. Bir hafta oldu sessizlik boyunca. Yağmurlar yağdı, sele döndü, iş makinelerinden sağ çıkmış birkaç ev de kapıldı sele. Plastik mutfak masaları aktı şehrin merkezine beyazca, piknik tüpleri aktı patladı patlayacak halleriyle, ev kadınları ve bebeleri aktı bütün çaresizlikleriyle. Sildi süpürdü sel mahalleyi.

Annen yemek yapmıştı, Kokmuştur, dedi börek için, alttakilere götüreyim. Kapıyı çaldı, annenin sağ tarafındaki uçurumun kıyısında yeşil soğanlar gördün, çiçeklenmiş artık. Çıkmamışlar içeriden. Açın, dedi, annen, yiyin biraz. Kapının önüne koydu tabağı. Onların dilinde seslendi giderken, kapı çıkırt etti, açıldı. Kadınlar annene sarıldı, ağladı. Demişler ki, bizi öldürecekler kan davası yüzünden. Kocamız öldü, kaldık çaresiz. Annen ağlıyor. Ağlıyorsun. Salonda ne varsa verdiniz onlara. Büyük masayı, iki koltuk. Size fazlaydı zaten, mutfaktan tas tabak. Verdiniz. Bebeler bir gülümsedi, al al oldu yüzleri. Alttan neşeli ezgiler yükseliyordu artık. Meğer erkekler işe gitmişler günler önce, bir ardiyede pusu kurulmuş bunlara, can vermişler orada. Geceleri ses gelmiyordu ya da gelse de sen bu acıklı öykünün ağırlığından ses mes duymuyordun. Yağmurlar fırtınayla karışık artırdı kuvvetini, kudretini. Camlarınız sökülecek, sökülecek. Cızır cızır ediyor. Yaşamanın sonuna gelmişsin. Yeterince yaşamışsın zaten. İçeri dökülüyor yağmur suları, tavandan damlıyor. Kovalara akıyor pıt pıt, korkuyorsun. Yağmurun sesiyle geliyor kan davalılar. Silah sesleri, ağıtlar, anlamadığın dilde çığlıklar. Her tarafı delik deşen eden kurşunlar. Camını parçalıyorlar, içeri doluyor sular, kurtulamazsın. Bebek bağırıyor, uyanmış. Kapınızı yağmur, fırtına, sel, haramiler parçalıyor. Annenin derin sessizliği. Soban dağılıyor, isler saçılıyor sulara, sular saçılıyor odana, suçlar saçılıyor.

Gelen kan davalılar kadın, çocuk demeden öldürmüşler herkesi. Sen o yeteneğinle, balkondan çıkma becerinle kaçtın evden. Kendini bıraktın sulara, su seni götürdü, su seni getirdi buraya. Hikâyen bu. 

Senin peşindeler, geride tanık kalmamalı.

Seni koruyacağım, söyleyemesem de seni seviyorum. Ben aldatan.

No comments:

Post a Comment