Sabah kalktın. Işıdı yeryüzü ağırdan. Koyu bir sessizliği
bozdu fırtınanın elleri. Kaç zamandır bekliyordun bunu. Pul pul geziniyor
yapraklar. Evine sığındı herkes; yalnızca tekinsiz olanlar kaldı dışarıda,
iblisler. Bacaklarını okşadı ellerin, dizlerini ovuşturdu. Geceliğini çıkardın
hemen, koyu elbiselerini giydin, sardın sarındın. Soba sönmüş, küllenmiş ateş.
Temizledin kovayı, kıymıkları battı ellerine odunun, önemsemedin. Isınıyor oda.
Adam uyuyor. Kovaları aldın ve kuyuya gitmek istedin. Kapının kolunu indirdin,
fırtınada yürüdün. Uçuşuyor her şey. Dal parçaları, toz toprak, leşler, insan
etleri belki. Kapağını kaldırdın kuyunun, indirdin kovayı derinliğe, ipin
durduğu noktada su sesi. Su gittikçe azalıyor, yakında bitecek. Var gücünle
çektin kovayı, iki kovaya suyu bölüştürdün. Yere döküldü birazı. Su değil de
leke gibiydi görüntüsü. Önemsemedin.
Sulu kovalarla döndün fırtınadan. Uyandı tam saatinde adam. Evde
sakinlik, evde sıcaklık. Takip ediyor seni bakışları. Adamı giydiriyorsun.
Sakalları var, gözleri kısık, sağ kolu tutmuyor, konuşmuyor pek. Seni takip
ediyor yaşlı yüzün pencereleri ve dışarıdaki fırtınayı dinliyor çirkin
kulakları. Taş duvarlara çarpıyor fırtınanın tekmeleri, kiremitler uçuşuyor. Tepkisiz
adam. Sağ kolunu kaldırıp yeleğini giydiriyor, pantolonunu geçiriyorsun bacaklarına;
çorapları tamam, ayakkabıları da. Ağır aksak ilerledi pencerenin önüne. Dörde
dilimlenen dünyayı izledi. Uçuşan yaşam artıkları. Fırtına artırıyor etkisini.
Bahçedeki ekinleri didikleyen canavar hayvanlar yok artık. Kargalar ve sivri
dişli tilkiler de. Direniyor fırtınaya bir ağaç. Yaprakları yoksa bir nebze ama
ya dalları, dalları yoksa bir ağaç hâlâ ağaç mıdır? Dalsız ağaca dalıyor adam. “Yemek”
diye bağırıyorsun, masaya oturuyor sessizce. Yiyeceğiniz bitmek üzere,
içeceğiniz. Bakmıyor yüzüne, ellerinde adını getiremediğin besin. Hızlıca yiyor
ve fırtınaya çıkıyor. Suyu yudumluyorsun, sanki içinde zehir, içinde mikroptan
bir nehir. Tükürüyorsun yediğini, ciğerlerin sökülüyor. Peşinden gidiyorsun
adamın. Fırtınayı delerek dalsız ağacın altına gidiyor. Üç çocukla gözü yaşlı
bir baba sarılmışlar birbirine, ağacın altında bekliyorlar. Fırtınanın uğultusu
bastırıyor feryatlarını. Baba, sizi görünce rahatlıyor; gülümsüyor. Ellerini
uzatıyor adama. Adam, sol elinin içinde sıktığı ekmeği veriyor babaya. Çocuklar
kahkahalarla kapıp parçalıyorlar ekmeği, indiriyorlar mideye. Ağaca tırmanıp
neşeli şarkılar söylüyor, dalsız ağacın birer dalına dönüşüyorlar. Babanın sağ eli
parçalanmış, karışıyor fırtınaya kan damlaları. Yüzünde şeytani bir ifade
babanın. Parçalanan elini gösterip ağacın gövdesine vuruyor sertçe. Adam, bu
benim kızım, diyor seni gösterip. Baba, ağacı sarsınca dallanan çocuklar
kucağına düşüyor birer birer, tekrar sarılıyor, ağlamaya başlıyorlar. Yine. Ellerini
uzatıyor babana. Yine. Baban, bu benim kızım, diyor seni gösterip. Yine.
Eve dönüyorsunuz baba kız. Fırtına sürüyor. Sobaya odun
atıyorsun, içerisi sıcak. Hava kararıyor, camın önüne kadar gelmiş baba ve
çocukları. Sizi izliyorlar pencereden. Neresi daha güvenli? Kuyunun başına
gidiyorlar gölgelerin içinden. Çocukları teker teker atıyor kuyuya baba. Feryat
varsa da fırtınaya karışıyor, suya. Yataklarınıza geçiyorsunuz. Perdeyi ört,
diyor baban. Kuyudan gelen patırtılar, çığlık ve öfke sesleri. Görmeyince geçer
mi, diyorsun babana. Ses yok, kapıyorsun gözlerini. Sabah oluyor. Aynı. Bacak,
diz, gecelik, ateş, kova, su. Kuyuya ilerledin. Fırtına dinmiş. Dalsız ağaç yok
olmuş, yutkundun. Kuyunun kapağını kaldırdın, su bitmiş. Olacaktı günün
birinde, biliyordun.
Eve dönmek istedin. Kapıyı itekledin, açılmıyor. Pencereden
baktın, üç çocuğun babası içeride, kapıyı açmıyor. Baban yatakta uyuyor. Kuyudan
patırtılar geliyor. Çıkrık hareketleniyor, kova yukarı çıkıyor kendi kendine. İçi
su dolu. Kuyunun dışına dökülüyor sular. Bir daha, bir daha inip çıkıyor,
dökülüyor sular, ayaklarına kadar geliyor. Kapıya çarpıyor, çarpıyor
dalgalanarak bir müddet sonra. Kırılıyor kapı. Kapılıyor suya iki baba. Üç
çocuğun babasının parçalanan sağ eli tutuyor senin babanın tutmayan sağ kolunu.
Kuyu, tamamlanmayanları çağırıyor kıyısına. Sular çekiliyor, babanın yatağına
geçiyorsun. Sağ kolun ağrıyor. Artık yalnızsın. Gülümsüyorsun.
Fırtına dindi. Bir yenisi başlayacak. Biliyorsun.
No comments:
Post a Comment