July 13, 2015

Güvercin // Patrick Süskind (1987)



-Jonathan Noel: İnsan Makinesinde Tutsak Bir Cüce-

  “ Sizi gidi pis herifler! Sizi gidi haydutlar! Ortadan kaldırmalı sizleri! Evet! Kamçılamalı, yok etmeli!”  
                                                                                       (Patrick Süskind // Güvercin)




1987 yılında yayımlanan Güvercin’in, Türkiye’deki ilk baskısı ‘Can Yayınları’ tarafından 1988’de gerçekleştirilir. “Roman” olarak takdim edilen 96 sayfalık eser, sonraki baskılarda “uzun öykü” ya da “kısa roman” olarak adlandırılsa da Güvercin’in “novella” olarak anılması yerinde ve yeterli olacaktır.


Koku adlı ilk romanı (1979) ile ünlenen Patrick Süskind’in ikinci romanı olarak ele alınabilecek Güvercin, bir banka bekçisi Jonathan Noel’in öyküsünü aktarır. Noel, yaşamını güvenli bölgede geçirmek isteyen, ‘eylem’i sevmeyen ve tek amacı Paris’te kiracı olarak oturduğu çatı katını almak olan bir bireydir. Başkişinin yaşamında herhangi bir sürprize yer yoktur ve olmamalıdır. 1984 Ağustosunda bir cuma sabahı, hayatını değiştiren güvercine kadar her şey normaldir, olağandır. Sonrasında ise işler karışacaktır.


Ellisini geçen Jonathan Noel, son yirmi seneyi eylemsizlik içinde geçirmiştir. Bu bilgi ile açılan kitap, ‘ileriye gidiş’ tekniğinin (flash forward) kullanımı ile okura ön bir bilgi vermiş olur:


Bir gün içinde hayatını allak bullak eden o güvercin işi başına geldiğinde Jonathan Noel, ellisini aşmış bulunuyordu, tam bir olaysızlık içinde geçen rahat yirmi yıllık bir süreyi gerisinde bırakmıştı ve artık karşısına, günün birinde gelecek olan ölümden başka, önemli herhangi bir şey çıkabileceği aklının ucundan bile geçmezdi. Bundan da çok hoşnuttu. Çünkü olayları sevmezdi, hele insanın iç dengesini sarsan, dış yaşam düzeniniyse karmakarışık eden olaylardan bayağı nefret ederdi. (Süskind 5)


Aile bireylerinin savaş atmosferinde tek tek kayboldukları (anne, baba, kız kardeş) bir çocukluk dönemi yaşayan Jonathan, amcasının isteği üzerine üç yıl askerlik yapmış, dönüşte yine amcasının isteği üzerine evlenmiştir ki bu evlilik eşi Marie’nin henüz evliliklerinin dördüncü ayında bir oğlan doğurması ve Tunuslu bir sebzeciye kaçması ile sonlanır. Bütün bu olanların sonucu ve etkisi açıktır: “Jonathan Noel bütün bu olup bitenlerden, insanlara güvenilmeyeceği, huzur içinde yaşayabilmenin ancak onları kendinden uzak tutmakla olabileceği sonucunu çıkardı.” (7) Bundan sonraki gayesi insanlardan olabildiğince uzak kalmak ve onlarla asgari ölçüde iletişim kurmak olan Noel’in sığınacağı, toplumdan uzak kalabileceği yegâne mekân “ev” olacaktır. Noel, çatı katındaki kiralık odasını güvenli bir barınak olarak görür. (8) Önceleri ‘yatak, masa, sandalye, ampul ve askı’ eşyaları ile donatılmış bu barınak, zaman içerisinde, yıllar geçtikçe daha konforlu bir hale gelecek ve ‘lavabo, elektrikli su ısıtacı, yatak, dolap, halı, radyo, televizyon, ütü, minik buzdolabı, raf ve on beş kitap” barındıran bir ‘ev’ mekânına dönüşecektir. Bu mekân, Noel için bir saklanma, güvende hissetme alanı olarak anlam kazanır. Yaşamındaki terk edilişlere bir itirazdır bu oda:


Oda, Jonathan'ın güvenli adasıydı bu güvensiz dünyada ve öyle kalmıştı, sıkı sıkı sarılabileceği tutamağı, sığınacağı köşe, sevgilisi olarak kalmıştı, evet sevgilisi, çünkü akşamları döndüğünde onu sevecenlikle sarmalıyordu bu sevgili; küçük odacığı, onu ısıtıp koruyor, bedenini de ruhunu da besliyordu, ihtiyaç duyduğunda hep oracıktaydı, bırakıp gitmiyordu. Bu sevgili gerçekten, güvenilir olduğunu kanıtlamış tek şeydi hayatında. (11)


Fransız filozof, yazar Gaston Bachelard Mekânın Poetikası adlı eserinde “[E]vimiz bizim dünya köşemizdir. Bizim ilk evrenimizdir” (Bachelard 32) der ve ev kavramının mekânsal önemine dikkat çeker. Çocukluğunu ve ilk gençliğini bu güvenli alandan uzakta geçiren Noel için, ‘kapalı bir mekân’ olarak odasının, evinin önemi büyüktür. Bu evreninde mutlu olan başkişinin yaşamı benzer bir ritimde akar: Sakin, otomatikleşmiş, güvende. Bu durgunluk, 1984 senesinde bozulacaktır. Gördüğü bir güvercindir:


Kapısının önünde oturuyordu, eşiğe yirmi santimetreden az bir uzaklıkta, arkadaki pencereden gelen sabah ışığının solgun aydınlığına karşı. Kırmızı, pençeli ayaklarıyla koridorun koyu kırmızı taşlarının üstünde oturup duruyordu kurşuni, düzgün tüyleri içinde güvercin. (Süskind 14)


Odasından çıkıp kattaki ortak banyoya gidecekken gördüğü bu güvercinden ölesiye korkar Jonathan. Katta diğer kiracılara denk gelmemek için kapıya kulaklarını dayayarak etrafı kolaçan eden ve banyoya öyle giden Noel, bu beklenmedik misafirden korkmasının nedenini hayvanın “utanma bilmeyen dışadönüklüğü, gözündeki çekingen sinsiliği, ona dikilen bakışsız canlılığı” (14-15) olarak tarif eder. Güvercinin tüy kabartması ya da ayak değiştirmesi ile paniğe kapılan başkişi hemen odasına kaçacak ve mekânının güvenli alanına sığınacaktır. Yine de tehlike hemen kapının ardında onu beklemektedir. Noel’in aklı karışır:


[H]apse girersin bir güvercine ateş edersen, hayır, öldüremezsin, ama yaşamak, onunla yaşaman da olur şey değil, asla, bir güvercinin oturduğu evde insan yaşayamaz artık, kargaşanın, başıbozukluğun ta kendisidir güvercin, hiç belli olmaz ne taraftan gelip ne tarafa uçacağı, pençeleriyle yapışıp gözünü gagalar insanın, güvercin dur durak bilmeden pisleyen, ortalığa korkunç bakteriler, sonra menenjit virüsleri saçan bir şeydir, yalnız kalmaz bir güvercin, başka güvercinleri de çeker, çiftleşir ve çoğalır, yıldırım hızıyla, bir güvercin ordusu kuşatacak çevreni, odandan çıkamaz olacaksın, açlıktan öleceksin, kendi dışkında boğulacaksın, tek çaren pencereden atlamak olacak, külçe gibi kaldırıma yığılacaksın, hayır, onu da gözün yemeyecek, odanda kapalı kalacaksın, imdat diye bağıracaksın (…) (17)


Güvercin, onun için bir kargaşa, bilinmezlik, sorun sembolüdür. Zihnini işgal eden bu düşünceleri bastıran bir unsur daha vardır. Noel, banyoya gidememiştir ve karşı konulmaz bir işeme ihtiyacı içindedir. Çaresizce kapıya bakar ama artık çok geçtir. Lavaboya giderir hacetini ve mekânının önemli bir parçasını, vücut bakımı ve bulaşık için kullandığı alanı, kirletir. “Bu kadar alçalabileceğini, vücudunun böyle bir günahı işleyebileceğini asla düşünemezdi.” (19) Bu düşüncelerin esaretinde yatışan Noel, lavaboyu temizler ve bir plân yapar. Kuş orada beklediğine göre, birazdan işe gidecekse de kuş yine orada duracaktır iş dönüşünde. Güvercinle aynı çatı altında kesinlikle yaşayamayacak olan Noel, bavulunu hazırlar, o akşam ve sonraki gecelerde bir pansiyonda kalmak üzere güvenli bölgesinden korka korka çıkar. Kuşun öleceğinden emindir ama zamanını bilemez: “Belki de güvercin kıştan sağ çıkmazdı. Ne kadar yaşardı bir güvercin? İki yıl, üç yıl, on yıl? Ya ihtiyar bir güvercin idiyse? Belki bir hafta içinde ölürdü? Belki bugün ölürdü? Belki de sırf ölmek için gelmişti…” (22) Koridorda kuşu görmekten çok kuşun ona yapabilecekleri korkutur başkişiyi:


İçinde en çok iğrenti uyandıran şey hayvanın, vücudunun bir tarafına değebileceği, sözgelimi ayak bileğini gagalayacağı ya da havalanarak ellerine ya da boynuna dokunabileceği, hatta o pençeli koca ayaklarıyla üstüne konabileceği düşüncesiydi. (23)


Kışlık bir manto ve kaba çizmeler, eldivenler giyen Noel, eline de bir şemsiye tutuşturur ve güvercinin olası saldırısını önlemek ister. Her yer güvercin pisliği ile doludur. “Koridorun görebildiği parçasına baştanbaşa bu zümrüt yeşili, nemli nemli pırıldayan lekeler saçılmıştı.” (24) Jonathan, sağ tarafta, bir buçuk metre uzakta görür güvercini ama görmemiş gibi yapar. Buna mecburdur kaçmak, gitmek için: “Ne olursa olsun, Jonathan güvercin artık ortada yokmuş gibi davranmaya, en azından ona bir daha bakmamaya karar verdi.” (25)


İnsanlarla iletişimini sınırlı seviyede tutan Jonathan’ın apartmandan çıkarken kapıcı Madam Rocard’a güç bela güvercin meselesini anlatması ve kadınla olan irtibatını “günaydın iyi akşamlar, teşekkürler” ifadelerinin ötesine taşıması yaşadığı güvercin olayının başkişinin iç dengesini sarsmasının bir yansıması olarak ele alınmalıdır. Kadının onu görmesine sinirlenir Noel: “Niye bir kere olsun görmezlik edip kendi bütünlüğümü bırakmıyor bana? Niye bu kadar sırnaşık oluyor bu insanlar?” (30) Fark edilmek istemez. Kadına aktarmıştır güvercin sorununu ama kadının önemsemez yaklaşımı ile umudu kırılır: “İçinde onu birisinin güvercinden kurtarabileceği üzerine herhangi bir umut daha kalmış idiyse o da bu keder verici sahneyle, tuvaletine girip kaybolan Madam Rocard'la birlikte yok olmuştu.” (35)


İş yerine varan Noel’in tek görevi bankanın önündeki üç mermer basamakta ayakta durarak, bir sfenks, heykel gibi, bekçilik yapmaktır. Şimdiye kadar elli beş bin saatini geçirdiği merdivenlerde (38) yine bekleyen Noel, her gün saat 09.30’da da banka müdürünün arabasına demir kapıyı açmakla yükümlüdür. Bunu otomatik bir biçimde yapan, alışkanlıkla devam ettiren Noel için güvercin olayının yaşandığı gün bir dönüm noktası olur. “Kolları, göğsü, sırtı, bacaklarından aşağısı, deri olan her yeri kaşınıyordu, bir kaşıyabilseydi rahat rahat, hırsla; ama hiç olur muydu şimdi bir bekçinin uluorta kaşınması!” (41) Zihnindeki düşünceler içinde kaybolan Noel, Mösyö Roedel’in, müdürün, limuzinini fark etmez ve bu unutuş onun iç dünyasını darmaduman eder:  "Mösyö Roedel'in limuzinini atladın, farkına bile varmadın, görevini çok fena savsakladın, kör olmakla kalmamışsın, sağırsın sen, bitmişsin, yaşlanmışsın, bekçi olarak hiç işe yaramazsın artık.” (44) Sonrasında ise otuz yıllık hayatında ilk kez olmak üzere sütunun hemen dibine gölgeye dikilir ve hafifçe kendini sütuna doğru bırakır ve arkasına yaslanır. (45) Bu yaslanış, bir güç kaybıdır.


Öğle paydosunda, bir parkta yemek yiyecektir Noel. Orada, ekmek, sardalya ve beyaz şarapla ziyafet çeken bir sokak serserisini görür ve adamın umursamazlığı, kayıtsızlığı karşısında etkilenir. Jonathan, canını dişine takarak bir bankayı korurken, bu adam özgüvenle, rahatça hayatını sürdürmektedir. Bu düşünceler içinde öfkelenen Noel, adamı tanıyınca sakinleşir ve rahatlar. Hatta mutlu olur. Bu adamı yıllar önce, altmışlı yılların ortalarında, iki arabanın arasında çömelip büyük aptesini yaparken görmüştür. “Öyle sefilce, öyle iğrenç, öyle dehşet verici bir görüntüydü ki bu, Jonathan bugün bile, daha gözünün önüne gelirken ürperiyordu.” (48) Hayatının anlamlı olup olmadığının yanıtını bu ürperti içinde bulur başkişi:


Bugüne kadar içinde zaman zaman, bir insanın hayatının üçte birini bir bankanın kapıları önünde geçirmesinin anlamlı olup olmadığı, arada sırada bir avlu kapısı açıp müdürün limuzini önünde selam durmasının, az bir izin ve en büyük bölümü vergiler, kira, sosyal sigorta payları biçiminde iz bırakmadan kaybolan az bir maaş karşılığında... hep aynı şeyleri yapmasının anlamlı olup olmadığı konusunda hafif bir kuşku kıpırdanmış idiyse - şimdi bu sorunun yanıtı, Dupin Sokağı'nda içine işleyen o korkunç görünümün açık seçikliğiyle gözlerinin önünde bulunuyordu: Evet, anlamlıydı. (49)


Ortalık yerde büyük aptes gidermekten, pantolon indirmekten, zoraki, çirkin çıplaklıktan (50) daha anlamlı gelir kendi hayatının aynılığı. Ortada, insanların gözlerinin önünde olmaktır asıl sorun: “Ve bu işte de, karşı konamayacak her zorunlulukta olduğu gibi, bir parçacık olsun katlanılır bir şey olabilmesi için, ortada kesinlikle başka insanların olmaması şarttı…” (50) Mesuttur başkişi, varlığı anlam bulmuştur:


Jonathan, insan özgürlüğünün özünü bir kat tuvaleti mülkiyetinin oluşturduğu ve kendisi için bu temel özgürlüğün sağlama bağlanmış olduğu yargısına vardığında derin bir hoşnutluk duydu. Evet, hayatına verdiği düzen doğruydu! (51)


Noel için tuhaflıklar sürmektedir. Parktaki sıra üstünde unuttuğu süt kartonunu almak isteyen Noel’in ani bir hareketinde, sıranın çıkık vidasına takılan pantolonu on iki santimetre kadar yırtılır. Öğle paydosu bitmeden bu yırtığı diktirmek ister ve terziye gider. “[K]oşuşturan, gürültülü bir insan kalabalığı, kıyısında, bütün bakışlara teslim olmuş halde, paramparça pantolonuyla dikilen kendisi, Jonathan...” (62) Jonathan’ın insanlar tarafından fark edilmesine neden olması muhtemel bu yırtığın derhal giderilmesi şarttır ama yöntem yırtığı bantlarla kapamak olacaktır çünkü terzi Madam Topell “[Ü]ç hafta. Daha çabuk olmaz.” (65) diyerek onun aceleci arzusunu reddetmiştir.


Güvenli alanından uzakta olan ve yarım yamalak kapanmış pantolonu ile nöbetine devam eden Noel’in perişan ve öfke dolu bir ruh hali vardır:


Acı çekmek işine geliyordu, nefretini ve öfkesini haklılaştırıyor, alevlendiriyordu, öfkeyle nefretse öbür yandan acıyı alevlendiriyorlardı, çünkü kanını gittikçe daha kızgın bir ateşle kabartıyorlar, derisinin gözeneklerinden durmadan yeni ter dalgalarının fışkırmasına yol açıyorlardı. (68)


İçinde biriktirdiği her şey, tüm hisler, nefret ve kıskançlıklar ortaya çıkar. Bekçilik yaptığı alanda gözlemlediği garsonlar, müşteriler ve şoförler varlıklarıyla ona iğrenç gelmeye başlar. Noel’in iç huzuru sekteye uğramıştır: “Hayır, yalnız garson olacak o burnu sümüklülerin değil, müşterilerin kıçı da tekmelense gerekti.” (71) “Şoförlerin de. İşte! Pis pis kokan o teneke yığınlarında oturup havayı kirleten, Tanrı'nın günü Sevres Sokağı boyunca vın aşağı vın yukarı gidip gelmekten başka işleri olmayan o iğrenç gürültücülerin de.” (71) Nefretle doludur Jonathan. Baştan ayağa nefret olmuştur. Güvercin, dışavurum için gerekli bir araçtır sanki:


Sizi gidi pis herifler! Sizi gidi haydutlar! Ortadan kaldırmalı sizleri! Evet! Kamçılamalı, yok etmeli! Kurşuna dizmeli! Her birini teker teker ve de topunu birden! Ah! Canı öyle isterdi ki tabancasını çekip herhangi bir yere ateş etmeyi, doğruca kahvenin içine, vitrin camının ortasından, şangır şungur, araba kalabalığının içine ya da karşıdaki dev gibi yapıların, o çirkin, yüksek, yıldırıcı yapıların orta yerine ya da havaya, yukarı, gökyüzüne, evet, o korkunç ağır, puslu, güvercin gri-mavisi göğün içine, patlayıp dağılsın, kurşun gibi ağır o kılıf yırtılsın, bu atışla çöksün, yıkılsın, her şeyi altına alıp ezsin diye, her şeyi, her şeyi, bütün bu iğrenç, müziç, gürültülü, pis kokulu dünyayı: Öyle evrensel, öyle titansı bir nefretti Jonathan Noel'in bu öğlen sonrasındaki nefreti, dünyayı yerle bir edebilirdi pantolonundaki bir delik yüzünden. (71-72)


Elbette bu dışavurum söze ya da eyleme dökülemeyecektir. Jonathan, ne olursa olsun, her ne yaşanırsa yaşansın eyleme geçemeyecektir:


Ruhsal çaresizlikten, akıl karışıklığından ya da birden gelen bir nefretle gözünü kan bürüyüp suç işleyecek biri değildi; böyle bir suç kendisine ahlaka aykırı geleceği için değil, yalnızca kendini eylemle ya da sözlerle dışa vurmak hiç elinden gelmediği için. Eylemde bulunan biri değildi o. Rıza gösteren biriydi. (73)


İnsanlardan sakındığı bedeninin, mabedinin, öfke nöbeti ile dolması, kendi denetiminden çıkması karşısında huzursuzlanır Noel. Kendini, bir cüce olarak görür. Yaşananlar fazladır. Rıza gösteren biri için fazladır:


[Y]abancı bir gövdenin devasa yapısı içinde büzüşmüş, ufacık kalmış bir cüceydi, artık egemen olamadığı, kendi istencine göre yönetemediği, ola ki yönetilmesi söz konusuysa, ya kendiliğinden ya da herhangi yabancı bir güçler tarafından yönetilen, çok fazla büyük, çok fazla karışık bir insan makinesinin içinde tutsak kalmış, çaresiz bir cüceydi. (75)


Tabut izlenimi (81) veren otel odasına ilerler Noel. Yemeğini büyük bir zevkle yer. Yedikleri manidardır: Sardalya, şarap ve ekmek. Bu, yemeğin son yemeği olduğunu düşündüğü için yavaşça yer. (82) Tadını çıkarır ve şu sözleri sarf ederek uykuya dalar: "Yarın öldüreceğim kendimi.” (83)


--------


Acaba, Jonathan Noel, kendini öldürecek mi? Yoksa güvercin meselesini çözmek için gereken kudreti mi bulacak kendinde? Yoksa bu otel odasında, bu tabuta benzer otel odasında, bu güvensiz mekânda Noel’i etkileyen bir şey mi yaşanacak? Bunların yanıtı için eseri okumanız gerekecek.


------


Toplum, bireyleri tek tipleştiren bir şehir hayatı ve modern bir dünya vadediyor. İrtibatı az ve güvensiz çehreler dolaşıyor ortalıkta. Gayesi çalışmak ve mutlu olmak, hayatını böylece, bu sayede anlamlı kılmak olan insanlar mevcut. Kaldı ki çabasının karşılığını, didinmesinin ürününü aldığını düşünenler azınlıkta. Aynılık, tekdüzelik ve güvenli alan arayışı ekseninde biçimlenen yaşamların, ufak bir farklılık neticesinde alt üst olması, en iyi haliyle, sekteye uğraması kaçınılmaz oluyor. Bu alt üst oluşun, iyi ya da kötü etkilerinin olduğu söylenebilir. Jonathan Noel’i intiharın eşiğine getiren küçük bir “güvercin meselesi”nin yol açtığı olaylar zinciri -ki ‘güvercin’ baştan çıkarıcı bir öge olarak göze çarpıyor- yitirilmiş bir yaşam deneyiminin tekrar kazanılması adına psikolojik derinlikli bir bütün olarak okunmaya değer görünüyor.


Savaşın çocuk ruhunda yarattığı yaralar, şehir insanlarının ekledikleriyle sürüyor ve sığınağı olan, sıhhat bulduğu yer ‘oda’sı da elden gidince, Noel, dış etkilere tümüyle maruz kalıyor. Kişisel mekânı olan bedeninin kontrolünü kaybetme tehlikesi ile mücadele ediyor. İstemsiz hareketler, titremeler, terlemeler, unutkanlıklar eşliğinde adım adım yitirdiği denetimi, bir özkıyımla sonlandırarak yeniden ve ilelebet sağlamak, kazanmak isteyen başkişi, bireyin toplumdan kopamayacağının, onun daimi etkisi altında oluşunun bir resmini çiziyor ve şöyle haykırıyor: “Yaşayamam ki ben öbür insanlar olmadan!” (87)


KAYNAKÇA:


Bachelard, Gaston. Mekânın Poetikası. Çev. Aykut Derman. İstanbul: Kesit Yayıncılık, 1996. Baskı.


Süskind, Patrick. Güvercin. Çev. Tevfik Turan. İstanbul: Can Yayınları, 1988. Baskı.

No comments:

Post a Comment